Hesabım
    Soygun
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Soygun

    Duraksız, nefessiz bir film

    Yazar: Ali Ercivan

    Bu seneki Cannes Film Festivali’nin yarışma filmleri, Filmekimi’nin ardından teker teker vizyona da düşmeye başladı. Josh ve Ben Safdie kardeşlerin Cannes’da ilk kez ana yarışmaya giren projeleri Soygun (Good Time) duraksız, nefessiz ama bir o kadar da çaresizlik yüklü bir film.

    Kardeş yönetmenler, iki kardeşin öyküsünü anlatıyor bize. Zihinsel engelli Nick’le hayatı onu koruyup kollamakla geçmiş Connie’nin öyküsü bu. New York’ta farklı tutunamayanlar hikayeleri anlatmaya alışık Safdie kardeşler. Fakat Soygun, onların yüksek gerçeklik duygusuna yaslanan sinemaları için bile fazlasıyla sıkı ve stilize bir iş.

    Robert Pattinson tarafından canlandırılan Connie, kardeşini de yanına katarak bir soyguna kalkışır. Fakat gerilimin yükseldiği noktada Nick paniğe kapılınca kaçmak zorunda kalırlar. Connie kendini kurtarır ama Nick başaramaz, tutuklanıp cezaevine yollanır. Fakat onun gibi biri için hapis kolay bir deneyim değildir. Connie de bunun farkındadır, kardeşinin başına orada bir şey geleceğinden emindir ve geceyi parmaklıklar arkasında geçirmemesi için bir an önce kefalet parasını bulmaya kararlıdır. Filmin büyük kısmı da Connie’nin yüklü miktarda parayı elde etmeye çalıştığı o geceyi anlatır. Giderek işlerin sarpa sardığı ama Connie’nin asla arkasına bakmadığı bu gecenin filmi işte Soygun.

    Safdie kardeşlerin önceki filmlerine baktığımızda, sinema tarihine kendilerince referanslarla da örülü olduğunu düşünüyor insan. Daddy Longlegs, bir tür kendi Kramer, Kramer’e Karşı yorumları olabilir mesela... Soygun’u da Martin Scorsese’nin Geç Saatler (After Hours) filmine benzetmek yersiz değil. Zaten bu çağrışımın tesadüf olmadığı, iki filmin afişleri arasındaki benzerliklerden de belli. Safdie’lerin filminde mizah biraz daha geri planda sadece.

    Filmin ilk dakikalarında, yönetmenlerin sürekli olarak çok yakın ölçeklerde karakterlerin yüzlerini takip etmesi, dar açılarda kalmaları insanı ürkütmüyor değil. İlk beş dakikada çoğu kişinin aklından “Bütün film böyle devam edecekse izlemeye nasıl tahammül edeceğiz? Yorulmayacak mıyız?” sorusu geçiyordur muhtemelen. Fakat biçimsel tercih tercihlerinden hiç taviz vermemek bir yana, seyirciyi avuçlarının arasına almak için de ustaca kullanıyor yönetmenler. Rahatlamaya, nefes almaya neredeyse hiç izin vermeden, Connie’nin çaresizliğine, onun zamana karşı yarışına ortak ediyorlar bizi.

    Öyküsel anlamda küçük bir film bu ama bu, küçük bir öyküyle günümüz Amerika’sına dair büyük çıkarımlar yapamadığı anlamına gelmiyor yönetmenlerin. Yine de iddialı laflar peşinde asla değiller. Karakterlerin motivasyonlarına inandığımız ve onların yolculuğuna iştirak ettiğimiz, böylesine iştahla, tutkuyla çekilmiş bir filme kolay kolay rastlamıyoruz. Soygun en pür, en içten ve en gösterişsiz haliyle sinema.

    Başroldeki Robert Pattinson’ın artık cümle aleme ciddi bir aktör olarak kendini ispat ettiği film de sayabilirsiniz tabii Soygun’u. Bütün filmi sırtında taşıyan ve sahte, oyunculuk kokan bir anına bile rastlamadığımız, çok güçlü bir performans veriyor genç oyuncu. Kristen Stewart gibi o da Alacakaranlık filmlerinden dolayı hafife alınmanın yükünü sırtından atmayı başardı artık.

    Filmin bir diğer güçlü performansıysa, yönetmen kardeşlerden Ben Safdie’den geliyor. Özellikle filmin açılışında bir psikolojik danışmanla görüştüğü sahne gerçekten muazzam bir etki bırakıyor. Kendisinin filmde sesten kameraya, rejiden oyunculuğa birçok farklı noktada görev alması da takdire şayan.

    Soygun, sinemada nadiren rastladığımız, belki bu karşılaştırma çok ilgisiz görünecek ama Mad Max: Fury Road’dan beri benzerini görmediğimiz bir sıkı anlatım, yüksek odaklı reji ve büyük enerji vaat ediyor. Yılın en iyilerinden...

    Twitter: aliercivan

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top