Tüm dünya antikaları "rantsal dönüşüm" kıskacında...
Yazar: Duygu KocabaylıoğluKleber Mendonça Filho, ülkemizde Komşu Sesler filmiyle aşinası olduğumuz Brezilyalı bir sinemacı. 69. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan son filmi Aquarius, bir öncekine benzer temalar ve dokular taşıyan, derdi ve meselesi olan bir yapım.
Aquarius’un konusunu çok kısa özetlersek; kentsel dönüşümün Brezilya’daki (Rio de Janeiro) söz sahibi müteahhitler üzerinden sinemaya yansıması diyebiliriz.
Açmak gerekirse, Clara 1980’li yıllardan bu yana, Recife’in kentinin en iyi bölgelerinden birinde sahile oldukça yakın bir apartman dairesinde yaşayan bir kadındır. Daire kendi mülküdür; üç çocuğunu da burada doğurup büyütmüş, yakın zamanda kaybettiği eşiyle tüm evliklerini bu dairede geçirmişlerdir. Şimdi 60’lı yaşlarını süren ve müzik eleştirmen olan Clara, koca binada yapayalnız kalmış, dahası binadaki evlerin yüzde seksenine sahip olan bir inşaat firması tarafından apartmandan çıkartılmak istenmektedir. Yaşamda tuttuğunu koparan üstelik kanseri genç yaşında yenmiş bir kadın olarak Clara, Aquarius sitesinin son sakinidir ve hem paragöz inşaat firmasının adamlarına hem de yakın çevresine fikrini değiştirmediğini ve dairesinden ancak cesedinin çıkacağını gösterecektir.
Bir DonKişot hikayesi var aslında karşımızda; yollara maceraya düşmese de kendi evinde ve kendi hayatında bir macerada Sonia Braga’nın muhteşem bir performans ile canlandırdığı Clara. Çocuklarını karşısına almanın pahasına kendini Clara yapan her şeye tutunan, eşinin vefatından sonra buna daha çok ihtiyacı olan bir kadınla karşı karşıyayız. Filmin senaryosuna da imza atan Filho, baş karakteri o kadar iyi yazmış ki üstüne eleştirilecek yön pek yok. Oyuncu Braga tarafından da çok iyi çalışıldığı belli olan rol, bizzat karakterin kendi ağzından şunu söylüyor: “Beni evinden çıkmayan, huysuz, inatçı bir ihtiyar kadın gibi göstermeyin. Hayır, ben bu değilim; ben bu evde ölmek istiyorum üstelik yaşamımdan parçalar taşıyan bu ev fiziken halen sağlam, yıkılması için inşaat şirketinin aç gözlülüğünden başka neden yok”. Brezilya’nın sosyo-ekonmik yapısını Türkiye ile karşılaştırdığımızda çok da fark olmadığını görüp Clara karakterine hak vermemek işten değil!
Filmde üst sınıfın alt sınıf ile olan ilişkisi de hafif suya sabuna dokunarak Clara’nın 19 yıldır evinde çalışan ev yardımcısı üzerinden verilmiş; küçük ama başarılı ama etkisi az kalan bir gönderme. Üst sınıfa ait Clara kendi değerlerine tutunurken aslında aynı tutumu yıllarca yanında beraberinde çalışan yardımcısından esirgiyor gibi. Kadını hiç aşağılamıyor belki ama hep mesafeli ve elit tavırlı.
Filmin en az senaryosu kadar güçlü görüntü ve sanat yönetmenliği etkileyici müzik tercihleriyle de birleşince ki baş karakterin müzik eleştirmeni olduğunu göz önüne alırsak yabana atılmaması gereken bir detay, 2 saati aşkın süresiyle izlemesi çaba gerektirdiği kadar da keyifli bir yapım ortaya çıkmış.
Prömiyerini yaptığı Cannes sonrası ülkesi dışında pek çok festival dolaşan, kucağında ödüllerle evine dönen filmi, benzer bir üçüncü dünya ülkesine mensup vatandaşlar olarak kaçırmamınızı tavsiye ediyorum nacizane.