Bir daha asla! Yitik Kuşlar, kaliteli bir dönem filmi
Yazar: Atlantisten Gelen AdamDido Sotiriyu hanımefendi’nin “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı eserini okudunuz mu? Öncelikle, bu toprakların geçmiş birikimini “düşman gözüyle” resmeden en derinlikli çalışmalardan biri olduğunu hatırlatarak Dido ablanın kitabını önermek istiyorum. İlk defa orada işittiğim “Amele Taburları” kavramı, Osmanlı coğrafyasında yaşayan çok-uluslu yapının ve “reayanın”, çöküş sürecinde nasıl bir toplumsal çıldırma anlarına şahit olduğunun bir simgesi gibiydi. Altı yüz yıl yanyana barış içinde yaşayan kavimler, bir delinin kuyuya attığı insanlığa ihanet taşları vesilesiyle devasa bir histeriye maruz kalmış, komşular düşmanlara dönüşmüş, Anadolu coğrafyasının kanla sulanmasına neden olan o kara zamanlar, kaçınılmaz olarak bir tarafa “Büyük Felaket”, öteki tarafa “Kurtuluş Yılları” olarak yıllanmaya bırakılan acı şaraplar olarak mahzenlere gömüldüler.
İşte Yitik Kuşlar da, o mahzenden çıkarılan ama tadı artık acıtmayan, belki de yudumlarken “Bir daha asla” dememize yardımcı olabilecek tatlı şarap kıvamında bir film olarak, “kırım” gerçeğine diasporadand eğil, tam içeriden, İstanbul’un bağrından göz atan bir film olarak Türkiye’nin tabusu bir meseleye değinerek fark yaratıyor. 1915 yılında, Anadolu'da bir Ermeni köyünde geçen filmde, huzurla geçen barış yıllarının, Osmanlı’nın Rus ve Alman dalaşmasına taraf olmasıyla bir kabusa evrilmesi, iki tatlı Ermeni çocuğu gözünden seyirciye aktarılıyor. Maryam ile Bedo adlı iki kardeşin kendi yarattıkları büyülü zamanların “realite” ile çarpıştığı ve tüma ilenin savrularak yetimhanelerden Halep çöllerine uzanan tehcir ya da sürüklenmelerinin hikayesi, beyazperde’de dokunaklı anlar geçirmemize sebep oluyor. Baçik adındaki günahsız bir boyalı kuşun, özgürlüğe kanat açmasıyla sembolize edilen kısmi iyimser yanları da bünyesinde barındıran film ne yazık ki Ermeni toplumunun 1915 yılında sürüklendiği Suriye topraklarına gönderme yaparak, aradan 100 yılı aşkın bir zaman geçmiş olmasına rağmen insanlığın hala ders almadığını, yeni kırımlar ve yeni göçmenler dalgasının tüm insanlığı eflakete sürükleyecek bir tsunami şeklinden karanlığa doğru yayıldığını da düşündürttü bana.
Dünyalar tatlısı Dila Uluca ve Heros Agopyan’ın ruhlarını kattıkları Maryam ile Bedo karakterleri, özellikle Maryam’ın inandırıcılığı filmin kast seçiminde büyük emek harcandığını ispatlar nitelikte. Yine Mahmut Efendi karakteri ile Ahmet Uz’un muhteşem bir oyunculuk sergilediğini ve Kınar hanımefendi rolüyle Takuhi Bahar’ın filme kalite kattığını vurgulamadan geçmeyelim.
Sinemadan çıktıktan sonra, tüm sahafları dolaşıp Yaşar Kemal’in “Röportaj Yazarlığında 60 Yıl” kitabını arayıp edinmem ve eve döndükten sonra kitabı okuduktan sonra filmin değerlendirmesini yapmam da ilginç bir tesadüfe denk geldi. Şöyle ki, Yitik Kuşlar ile ilgili daha fazla bilgi nasıl edinebilirim diye bir tarama yaparken bir röportajlarına rastladım filmin yaratıcılarının. Değerli sinema insanları Aren Perdeci ve Ela Alyamaç’ın “Yitik Kuşlar’ı Yaşar Kemal’in tavsiyesiyle çektik” demeçleri beni gülümsetti, bu sevimli tesadüfü de yazmadan edemedim.
Yapımın mekân seçimlerinden kostüm tasarımına 1915 Anadolusu’nu ve gündelik yaşamı yansıtmakta muazzam başarılı olduğunu kaydederken filme beş yıldız veriyorum; bu yıldızlar Maryamlar’a, Bedo’lara, Hrantlar’a, Paramazlar’a, Yorgolar’a ve Elen-Ermeni-Türk-Kürt; yitirilen tüm masumların aziz ruhlarına ışık saçsın.
Bir daha asla!
@atlantisliadam