Işıksız odalarda ölüyorum.
Yazar: Burçin AygünDavid F. Sandberg tarafından 2013 yılında çekilen ve kısa bir sürede internet üzerinde adeta fenomen haline gelen çalışması Lights Out şimdi de sinema salonlarına teşrif ediyor. Sadece 3 dakikalık bir kısa film olarak korkuseverleri kendine çekmeyi başaran çalışma, belki de her birimizin en büyük korkularından biri olan karanlık olgusunu en iyi şekliyle kullanıyordu. Tek başına bir karakter, küçük bir mekanda, ışıklarını söndürerek yatak odasına ilerliyor. Birkaç saniye sonraki keşfi ise tek kelimeyle dehşete düşürüyor. Işığın olduğu noktalarda gözükmeyen bir figür, karanlık hakim olduğu anda görünür oluyor, adım adım karakterimize yaklaşıyordu. Lambanın açılma ve kapanma sahnesiyle sağlam bir final yapan kısa film, basit ama güçlü bir fikrin meyvesini şöhret olarak yedi.
Şimdiye kadar sadece kısa filmler ile sinema sanatına hizmet etmiş olan taze yönetmen David F. Sandberg, daha sonra film stüdyolarının da dikkatini çekti. Sanal alemdeki yoğun ilginin farkına varan yapımcılar, Sandberg'e reddedemeyeceği bir teklifle geldiler. Başarılı isim ilk uzun metraj filmini çekebilecek, hem de kendisini tanınır kulan Lights Out'ı vizyon vasıtasıyla milyonlarla buluşturabilecekti. Hazırlık aşaması pek uzun sürmedi, senaryo tamamlandı, oyuncu kadrosuna da karar verilir verilmez kameralar çalışmaya başladı.
Üç dakikalık korku şöleninin uzun metraj bir film olacağı haberini alan korku türü hayranlarının ağzı kulaklarına vardı. Aynı isimle vizyona merhaba diyen, çoğu ülke ile aynı anda bizde de salonlara gelen film peki gerçekte ne kadar etkili? Doldurulması gereken en azından 90 dakikalık bir süreci karşısına alan yönetmen David F. Sandberg, senaryo konusunda Eric Heisserer'ın desteğini aldı. Ortada gerçek bir hikaye, derinlikli karakterler, işleyecek ciddi bir senaryo olması gerekiyordu, ikili bu konuda başarılı olmak için ellerinden geleni yaptı.
Hikaye malesef ki pek bilindik, sürprizlerden uzak ancak takip etmesi zevkli. İnsanlarla ilişki kurmaktan, daha doğrusu bağlanmaktan korkan Rebecca (Teresa Palmer), kendisine tapan erkek arkadaşı Bret (Alexander DiPersia)'ı bile bir şekilde kendi çemberinin dışında tutmaya çalışıyor. Ancak günlerden bir gün, uzun süredir görmediği küçük kardeşi Martin (Gabriel Bateman)'ın karşısına dikilmesiyle kilitlerle dolu çember çatırdamaya başlıyor. Yaşadığı travmatik çocukluk yüzünden küçük yaşta uzaklaştığı annesi Sophie (Maria Bello) ile bir kez daha yüzleşmek zorunda kalan genç kadın, partneri Bret'le birlikte erkek kardeşi Martin'i korumaya karar veriyor. Her şeyin annesi Sophie'nin yıllardır atlatamadığı kronik depresyon yüzünden olduğunu zanneden Rebecca işlerin çok daha farklı olduğunu fark ediyor. Zira annesi sadece aklını yitirmek üzere olan bir kadın değil, aynı zamanda uzun yıllar boyu bir başkasına "bağlı kalmış" bir kurbandır. Karanlıklarda saklanan, yüzünü bir türlü göremediğimiz Diana'nın ortaya çıkmasıyla da işler gerçek bir kaosa dönüşüyor.
Şahsım adına muhteşem bir açılışla direkt olarak seyircisini perdeye hapseden Işıklar Sönünce, bu konudaki başarısını bir süre daha devam ettiriyor. Empati kurmakta zorlanmayacağınız kahramanlarımızın ortak geçmişi merak unsurunu diri tutarken, aileyi hapseden bu dehşetin arka planını öğrendikçe yavaş yavaş ilgimizi yitiriyoruz. Bunun en büyük sebebi ise, şimdiye kadar belki de binlerce kez tanık olduğumuz "sürpriz" öğeleri. Belki de varlığına dair en ufak bir detay bile öğrenmememiz gereken düşman, manevi anlamda ete kemiğe büründükçe, yaydığı korku izleyiciyi etkilemez oluyor. Bir başka deyişle, bilinmezin yarattığı tekinsizlik hissi, ne yaparsanız yapın karanlıkta kalacağınızı bilmenin yarattığı gerilim, yerini "sırada ne var" sorusuna bırakıyor.
Rebecca'yı uykusundan uyandıran sinir bozucu hışırtı sesi, her daim perdelerini kapalı tuttuğu evinde, karanlık ile konuşan Sophie'nin hezeyanları, Martin'in yüzünden eksik olmayan ölüm korkusu, sizleri rahatsız hissetirme konusunda tek başına yetiyor. Çoğumuzun korku filmlerinde görmekten sıkıldığı jump-scare sekansları ise Işıklar Sönünce'nin finaline kadar izleyicisini yoklayıp duruyor. İşin şaşırtıcı yanı, genellikle işe yaramayan bu ucuz korkutma denemelerinin, filmin büyük kısmında "gerçekten" işe yaraması.
Işıklar Sönünce, başarılı oyuncu ekibi (ki Sophie rolündeki Mario Bello'nun yeri ayrı), Sandberg'in hikayeye olan hakimiyeti ve karanlıktaki tehlike sayesinde, son zamanlarda görevini yerine getirebilen korku filmleri arasındaki yerini alıyor. Yine de türün sevenleri olarak, böylesi orijinal ve rahatsız edici bir fikir için çok daha güçlü bir senaryoyu da hak ediyoruz.
burcinaygun@gmail.com