Atmosferiyle dikkat çeken klasik bir baskın filmi…
Yazar: Serdar KökçeoğluKurt Baskını, Türkçe adının çağrıştırdıklarından bir fazlasını sunmuyor. Bir evimiz var, koyunları tarumar olmuş, genç kızı kendisini şehir hayallerine kaptırmış sıradan bir çiftçi ailesi kalıyor burada. Ve evin düzeni, planlı programlı bir şekilde saldırıya geçen kurt sürüsü tarafından tamamen alt üst oluyor.
Doğrusu, Wake in Fright gibi gizli cevherlerini keşfettikçe yeniden hayran olduğumuz Avustralya Sineması’nın en iyi örneklerinden değil Kurt Baskını. Ve fakat tür filmlerinde görmeye alışık olmadığımız minimalist estetiğinin de katkısıyla güçlü bir atmosfer yaratmayı başarıyor.
Bir de, zaten ekonomik açıdan çökmüş olan bir aileye acımasızca saldıran köpeklerin anlamına dair düşündürmeyi başarıyor. Bu saldırıların bir anlamı olmalı, diyorsunuz.
Hikâyeyi bir hatırlayalım: Gözden ırak yaşayan bir çiftçi ailesi. Çalışkan bir baba, şehirli genç kızlara özenen bir genç kız, bardağın dolu tarafını görmeye çalışan bir oğlan çocuğu ve veterinerlik işleri yolunda gitmeyen bir anneden oluşuyor ailemiz. Bir de küçükbaş hayvanlar var tabii ama filmin hemen başında ruhlarını teslim etmiş olduklarını öğreniyoruz.
Kutsal yuvaları henüz kurda kuşa yem olmadan önce, evlerine uğrayan kravatlı bir bey aileye kara haberi getiriyor: Kocaman evlerinin hakkını verecek kadar çalışmadıkları ve para getirmedikleri için evlerine haciz konulmak üzeredir…
Hikâye daha da acımasızlaşacaktır, daha önce dediğimiz gibi, evini kaybedeceğini öğrenen ailemiz aynı günün akşamında kurtlara karşı hayatları için mücadele etmek zorunda kalacaktır.
Yönetmen Nick Robertson’ın ev baskını türüne pabucunu ters giydiren farklı bir hikâye anlatmak gibi bir derdi yok. Türe meraklı korku hayranlarına beklediklerini en iyi şekilde sunmaya çalışıyor kendisi. Aile bireylerinin yalnızlığı, coğrafyanın tekinsiz güzelliği, minimalist bir estetikle ortaya konmuş ve bu tercih filmin atmosferini güçlendiriyor.
Sadece görüntü çalışması değil, oyunculuklar da gayet etkileyici. Keşke bir de filmin matematiği, tahtaya açık seçik yazılmış bir formül gibi önümüzde durmasaydı.
Beklediğimiz, vahşi bir köpekten karakter filmi çıkaran Baxter, derdi ırkçılık üzerine bir şeyler söylemek olan White Dog veya yakın zamanda izleyip hayran olduğumuz White God gibi sıkı bir köpek filmi değil şüphesiz. Ama korku sinemasında benzer hikâyeler izlemekten, birkaç adım sonrasını tahmin etmekten çok sıkıldığımız da bir gerçek.
Belki aşırı yorum olacak ama bütün bu hikâyeyi kapitalist sistemin çarkları altında ezilen bir çiftçi ailesinin dramı olarak okumayı tercih edebiliriz. Böyle bakınca, sistemin kara köpekleri tarafından ilk öldürülen kişinin, onun kravatlı askeri olması da ilginç bir detay olarak dikkat çekiyor ve filme bir anlam katıyor.