Hesabım
    Cadılar Bayramı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Cadılar Bayramı

    Öcü, Haddonfield’e geri döndü…

    Yazar: Fırat Ataç

    Halloween evrenine yeni bir başlangıç yapmaya hazır mısınız? John Carpenter’ın 1978 tarihli başyapıtını takip eden yedi devam filmi ve Rob Zombie’nin rebootlarını görmezden gelerek başlayacağız işe. Kısacası ikisi ekstra olmak üzere tam dokuz filmi, bu deneyim süresince hafızalarımızdan siliyoruz. Orijinal filmin ciddi anlamda fanatiği olan David Gordon Green ve Danny McBride ikilisini, zorluk ve kolaylık arasında var olmayan dengeyi yaratabilecek bir süreç bekliyor. Zor olan sadece kendilerinden oluşmayan ciddi bir hayran kitlesini memnun etmek, kolay olan ise unutmamızı istedikleri şeyler için onlardan daha önce davranmış olmamız.

    Haddonfield’de yaşanan katliamın kırk sene sonrası…Michael Myers, yüksek güvenlik önlemleri altındaki Smith’s Grove Sanatoryumu’nda tecritine devam ediyor. Gözümüzün nuru Laurie Strode cephesinde ise durumlar tatsız. Takıntılar, travmalar ve agorafobi ile geçen hayatını tamamen Myers’ın ‘muhtemel’ dönüşüne hazırlanmakla geçiriyor. Her türlü güvenlik önlemini aldığı evinde kendine has ufak bir cephaneliği bile var. Başından geçen iki başarısız evlilik, kızını kendi rutinine dahil etme isteğinin getirdiği anne-kız iletişim kopukluğu gibi etkenler, iki kelam ettiği tek insanın torunu Allyson olmasıyla sonuçlanıyor. Kısacası; Myers’ın başka bir hastaneye transfer edilirken kaçışından sadece Laurie değil, başlangıcı olduğu iki jenerasyon da nasibini alacak.  

    Filmografisini bağımsız atıştırmalıklar ve birkaç başarılı stüdyo komedisiyle şekillendiren David Gordon Green, elindeki materyalleri fazla süslemeden seyirciye sunan, sürekliliğini kanıtlamış üretken bir yönetmen. Yıllar boyunca Suspiria yeniden çevrimi ile adının anılmasının ardından giriştiği Halloween macerasında ‘güvenli bölgesinden’ çıkıp çıkmamak konusunda ise kararsız. Carpenter’ın, ihtiva ettiği basit olay örgüsüne rağmen klasikleşen Halloween’i gerçek manada ‘bir yönetmen sineması’ örneğiyken, Green özelinde böyle bir tanım yapmanın imkanı yok.

    Orijinal filmin tüm birleşenleri yerli yerinde. Cadılar Bayramı arifesinde sararmış yaprakların döküldüğü yollar, ‘şaka mı şeker mi?’ oynayan, kimileri geceyi evde bebek bakıcılarıyla geçirmek zorunda kalan çocuklar, alkol, ot ve seks peşinde koşan ergenler… Aynı zamanda koca bir teen slasher janrını da oluşturan bu elementler, sıfırdan başlayan bir hikayede ‘tekrar hissi’ yaratabilecekken, bu tip bir devam filminde tam olarak istediğimiz şeylere dönüşüyorlar. Green’in yapması gereken vasat değil vasat üstü bir atmosfer kurup, gerisini ‘nostalji hissiyatıyla savrulmayı bekleyen’ seyirciye bırakmak.

    David Robert Mitchell’in It Follows’da yaptıklarını, anlatmak istediğim şeyin görsel tasviri olarak sunmak biraz kolaya kaçmak olsa da ‘2014’de yaratılan Carpenter atmosferini’ anmadan buradan geçmek haksızlık olurdu. Green ise rutin bir slasher çekiyor. Zincirlerinden boşandığı anlarda akılda kalıcı sahnelere imza atabilmiş ama bunun sürekliliği konusunda ciddi sıkıntıları var. Myers’ı takip ettiğimiz olmayacak yerde kesilip tekrar devam eden plan sekans, arka bahçede gerçekleşen cinayet ve Laurie’nin evindeki final ‘anlara sahip olsa da’ bütüne sirayet edemiyor.

    Neyse ki gölgeler oldukları yerde duruyorlar. Myers’ı karanlığın içerisinde belli belirsiz göstermek, ona fokuslanmamak, yansımalarıyla gerilim yaratmak filmin en iyi yaptığı şey. Kimselerin sevmediği ancak şahsım adına reboot’un dört başı mamur bir tanımı olarak gördüğüm Rob Zombie denemesinin yanaşmadığı taraflardan olan bu ‘Halloween kuralı’ eksiksiz yerine getirildiğinde nelere kadir olabileceğini yine gösteriyor.

    Green’in dramatik tansiyonu ayakta tutmakta başarılı olduğunu, yeri geldiğinde de ufak mizah kırıntılarını filme serpiştirdiğini söyleyebiliriz. Filmin ciddiyetine zeval vermeden yaptığı göndermeleri de aldık hiç merak etmesin! Lakin herhangi bir filmde görmezden gelebileceğim sorular, kolumda dövmesi bulunan bir filmden bahsederken beynimi kurcalıyor. Dr. Loomis’in altı kurşunundan sonra hayatına devam eden ‘öcüye karşı’ silahlanmak, bu kadar travma sonrasında sanatoryuma tahmini 42 km. uzaklıktaki Haddonfield’de hayata devam edip başka bir şehre taşınmamak (haydi, ‘agorafobi ve Myers’ı öldürme isteği’ diyelim), tam da Cadılar Bayramı’ndan bir gece önce akla gelen hasta transferi ve sayısız ayrıntı bu denli kendini ciddiye alan bir filmde sakil duruyor. Kimi zaman unutmamızı istediği önceki filmlerden sahneleri yeniden canlandırması ise ‘neden unutmamızı istediğine dair’ samimiyet sorgulatıyor.

    Her şeye rağmen yönetmenliği kadar müzisyenliğine de büyük saygı duyduğum John Carpenter’ın bizzat elden geçirdiği unutulmaz tınılar fonda çınlarken Halloween’e kayıtsız kalmak çok zor. Teen slasher’ın tamamen bittiği bir dönemde bir efsaneyi dirilterek yeni bir akım başlatma olasılığı oldukça yüksek. Kendi adıma serinin en iyi devam filminin, orijinal filmin kaldığı yerden devam eden Rick Rosenthal imzalı Halloween 2 olduğunu düşünmeye devam ediyorum. Alınma yeni Halloween, intizarımız sevmekten…

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top