Hesabım
    Jackie
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Jackie

    Jackie: Baştan Aşağı Cesur!

    Yazar: Misafir Koltuğu

    Jackie, John F. Kennedy'nin 1963 yılında uğradığı suikast sonucu ölümünün ardından Jacqueline Kennedy’nin suikasttan bir hafta sonra LIFE dergisine verdiği röportajı kaynak alarak, kabaca Jackie’nin suikast gününü ve cenaze hazırlıklarını anlatıyor diyebiliriz. Ağırbaşlılığı ve zarafeti le tanınan First Lady’nin büyük travması ile çocuklarını ve eşinin mirasını koruması arasında verdiği iç savaşı, tabii ki Pablo Larrain bildiğimiz gibi anlatmıyor. En öznel görüşüm şudur ki; eğer bu olayın, bu kadının filmini başka bir yönetmen çekseydi muhtemelen beğenmeyecektim. En iyi ihtimalle büyük bir önyargıyla girecektim salona. Fakat El Club, Neruda ve Jackie derken çok kısa süre içinde 3 iyi filmle karşımıza çıkan, Şili sinemasının yeni yıldızı Larrain, bu ilk İngilizce filminde de bildiğimiz, okuduğumuz, duyduğumuz bir hikâyeyi ilk defa dinliyormuşçasına heyecanla koltuğa kilitliyor bizi.

    Filmin tüm başarılı ögelerine rağmen bahsetmemiz gereken ilk şey Jackie’yi canlandıran Natalie Portman. Portman’ın kariyerinin en zor ve en başarılı performans gösterdiği rolü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Black Swan’daki muhteşem performansının üzerine bile çıkıp resmen altından kalkamayacağı rol olmadığını gayet net belirtmiş. Bu sene kadın oyuncu ödüllerini alması için kalbimden geçen Isaballe Huppert’nin bile üstünde bir başarı olduğunu kabul etmek gerek. Filmde Portman’a eşlik eden Peter Sarsgaard ve Greta Gerwig gibi başarılı oyuncular bile gölgesinde kalıyor. Filmin en önemli diyaloglarına imza atılan sahnelerin kahramanı John Hurt’e söyleyecek söz elbette ki yok. Filmi izlerken Portman hakkında aklımıza takılan “Acaba abartılı bir oyunculuk mu sergiliyor?“, “Bu oyunculuk mu yoksa abartılmış bir taklit mi?” gibi sorulara “Hayır” cevabını almak ise Jackie’nin birkaç gerçek görüntüsünü izlemek kadar basit.

    Filmin oyunculuk dışında bizi en çok etkileyen diğer üç ögesi ise; kurgu, müzik ve sinematografi. Larrain ile ikinci kez çalışan Sebastián Sepúlveda, kurgunun gücünü kanıtlıyor adeta. Larrain’den de alışık olduğumuz izleyicinin sıkılmasına izin vermeyen paralel kurgu örnekleri bu filmde de fark yaratıyor. Ama bunun yanında Under the Skin’in müzikleri ile hatırladığımız ve sevdiğimiz Mica Levi’nin müzikleri olmasa yeterince etkili olmazdı. Levi’nin bir gerilim filmi izliyor hissi yaratan aykırı ezgileri, anne, eş, First Lady kimlikleri arasında debelenen Jackie’nin iç dünyası ve travması ile empati kurabilmemizi sağlayan en önemli faktörlerden biri oluyor. Sepúlveda ve Levi’nin üstüne bir de Portman’ın olağanüstü oyunculuğu eklenince kendimizi birden tırnaklarımızı yerken buluyoruz. Larrain çekmeseydi muhtemelen beğenmezdim dememi de bu paragrafta bir araya gelen isimlerin harika uyumu açıklıyor.

    Film, zarafeti ile de tanınan Jackie’nin kendisi gibi zarafeti elden bırakmıyor. Elle, Captain Fantastic, Rust and Bone gibi filmlerden tanıdığımız görüntü yönetmeni Stéphane Fontaine bu filmde de hikayeye uygun kadrajlarla karşımıza çıkıyor. Empati kurarken bile zorlandığımız suikast sahnesinin çekimleri o kadar estetik ki, izlerken güzellik ile trajedi arasında kalıyor. Cenaze sahnelerindeki büyüleyici kadrajlar da keza öyle. Portman’ın da dahil edildiği gerçek görüntülerin adeta aynısı canlandırmalar için kararsız kaldığımı belirtmeliyim. Gerçek görüntüleri kullanmaktan asla yana değilim fakat eski görüntü hissi vermek için zorlamalarındansa filmin diğer sahneleri gibi olmalarını tercih ederdim. Bunun filmi gerçekçiliğinden, hedefinin tam tersine uzaklaştırdığını düşünüyorum.

    Her türlü riski alan bu tüm teknik özellikleri dışında filmin en beğendiğim yanlarından biri de milliyetçiliğe girmeden, kahramanlaştırma ve Amerikan propagandası yapmadan olduğu gibi samimi ve cesur bir şekilde o günleri aktarması oldu. O birkaç günün ve Jackie'nin dışına çıkmadan aslında sonraki günler için de pek çok ipucu verdi film. Hem Amerika'nın hem de Jackie'nin sonraki günleri karanlık olacak dedi. Fakat o çok ağır günleri anlatırken ekstra mesaj kaygısı güdüyor denemez. Bu nedenle eleştirilmesine de katılmayarak yönetmenin daha fazla bu tarz (Neruda gibi) kısmi biyografik filmler çekmesini diliyorum.

    Yeri gelmişken Neruda'yı da izlemenizi tavsiye ederim. Sanırım bu kadar popüler kişilerin bu kadar popüler kişileri canlandırmaması nedeniyle Jackie'nin gölgesinde kaldı. Fakat en az Jackie kadar başarılı bir film. Nitekim gidiniz sinemada seyrediniz derim. Çünkü Pablo Larrain’in adını daha çok duyacaksınız.

    Manolya Akdemir

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top