Hesabım
    Planetarium
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Planetarium

    Büyümeyen büyüler!

    Yazar: Banu Bozdemir

    Bu yıl !F’in yoğun temposu içinde Planetarium'a bile isteye vakit ayırdım ama sonucun o kadar memnunluk verici olduğunu söyleyemeyeceğim. Natalie Portman ve pek sevdiğim Johnny Depp'in kızı Lily-Rose Depp'in rol aldığı film biraz anlaşılmazlıklar silsilesinden ilham almış gibi. İki kardeşin ölülerle konuşması yani spiritüel güçlerinin olması filme güzel bir giriş sağlarken işin filme çekilmesi kısmı yani film içinde film kafası pek de sinema büyüsüne çıkmıyor.  Kimi zaman gerilimli, hatta seans sahnelerinde bir anda korku filmlerine dönüşen, sonrasında ancak kardeşlerin Paris büyüsüne dönüşen bir film Planetarium.

    Film 1930'lar atmosferinde geçiyor ve birçok avantajli ve gizemli konuyu bünyesinde toplamasına rağmen akıcı bir seyrilik sunamıyor. Sanki konular arasında pek bir bağ yokmuşcasına izlediğim filmde Portman'ın performansını beğendim ama yine de kendini biraz durdurmuş ve içindeki ‘gizem’in çıkmasına engel oluyor gibi geldi. Lily-Rose ise ablasının güdümünde ama bir yandan da kendi iç sesinin ipiyle aşağılara inmeyi seven küçük kardeşi başarıyla canlandırıyor.

    Filmin politik göndermeleri olduğu kesin, hatta kadın dünyasının gizemleri konusunda da laflar ediyor. Ama iki kardeşi tiyatro sahnesinden sinemaya taşırken sanki sadece 'büyü' denen şeyin peşine takılıyor ve tüm iddiasını bunun üzerine kurma gafletine düşüyor. Özellile Laura büyülü gerçeklik konusunda biraz çıkarcı davrandığı için kardeşinin maneviyatı altında eziliyor. Yapımcının iki kardeşin hayatında farklı noktalara temas etmesi ise belli bir kıskançlık fitilini ateşliyor. Bu da erkek elinin değdiği 1930’lar atmosferinde (belki tüm zaman- atmosferlerde) iki kadının yaptıkları ya da kabiliyetli olduğu alanlarda kalıcı olamadığına işaret ediyor. Oysa arka planda özgürlük söylemlerinin hayaletleri gezinirken!

    Filmin dezavantajlarindan biri de dediğim gibi birçok konuyu harmanlamaya çalışması. Üstelik bunu tarihi fonlarda ve biraz da dönemin politikasından uzak durmadan yapmaya çalışiyor. Ortaya duygusal ve atmosfer olarak pek olgun bir film çıkmıyor ne yazık.

    İki tane duygusal ölçeklerde film yapan yönetmen Rebecca Zlotowski üçüncü filminin iddiası altında hafifçe ezilmiş gibi duruyor. Yani toparlanamamış bir film görüntüsü veriyor. Oysa konu iyi, atmosfer kapalı mekanlara sokularak koruma altına alınsa da yine de iyi bir tarihi fon. Özellikle tüylerin döküldüğü sahne çok iyi! Oyuncular da tatmin ediyor ama filmin genelinde bir boşluk var. Bu da filmden çıktıktan sonra bana yaşattığı boşlukla eşdeğer.

    Film zaman zaman kardeşler Laura ve Kate arasındaki zıtlıklardan beslenerek iyi bir şey yapıyor. Laura'yı bu bilinmezlikler denkleminin sorusu, kardeşi Kate'i ise cevaplayanı yapıyor yapmasına ama sorular ve cevaplar bazen birbirini tutmuyor. Ben fazlaca filme giremedim mi bilmiyorum ama bu sinema-büyü etkisinin herkeste farklı yansıması olabilir. O yüzden haftanın önem addeden filmini yine de izlemenizi öneririm.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top