Senaryosunu da, Stefan Holtz ile birlikte yazan Peter Thorwarth'ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve doğru Türkçe tercümesi "Kan Kızılı Gökyüzü" olması gereken “Blood Red Sky”, süre geçtikçe dozajı gittikçe artan bir aksiyon gerilim olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, 17.7 milyon dolarlık bir bütçe ile çekilerek Güney Koreli "Train to Busan"a (2016) alternatif olarak ortaya çıkartılan ve hikayesi ile bu kez, bir tren de değil de bir uçak da geçen İngiliz - Alman ortak yapımı bu Netflix filmine biraz daha yakından bakalım...
Kaptanı (Jörg Bundschuh) ile yardımcısının öldürüldüğü ve o nedenle de, otomatik pilotun devreye girdiği tahmin edilen, IŞİD üyesi olduklarını iddia eden ve yayınlanmak üzere değişik dillerdeki öyle bir ses kaydı serisi de oluşturan teröristlerce kaçırılan bir uçak; kulenin de yardımlarıyla, komutayı Teğmen Karen Brown'dan (Rebecca Dyson-Smith) devralan Albay Alan Drummond'un (Graham McTavish) İskoçya'daki Kraliyet Hava Kuvvetleri Üssüne (RAF) indirilmeye çalışılmaktadır...
Salimen iner inmez de uçaktan sarkıtılan bir erkek çocuğu, askerlerce koruma altına alınarak doğrudan revire götürülür...
Zira Albay Drummond'un amacı, adamlarını silahlı çatışmaların yaşanabileceği bir müdahale operasyonu için uçağa göndermeden önce psikolog Naomi (Jacqueline Macaulay) aracılığı ile küçük Elias'tan (Carl Anton Koch) olabildiğince fazla bilgi almaktır...
Böylelikle de, sağlam bir "flashback geçişi" ile; yaşananların Elias'ın bakış açısıyla resmedildiği olayların ilk güne dönmüş oluruz...
Şöyle ki, dul olan Alman vatandaşı Nadja (Peri Baumeister) ve oğlu Elias, Nadja'nın "lösemi" olarak lanse edilen hastalığını tedavi edecek olan Dr. Brown'ın (Roy McCrerey) bulunduğu New York'a gitmekte olan bir uçağa binmeye hazırlanmaktadırlar...
Hatta bu yolculuğa büyük bir hevesle hazırlanan Elias, bir fizik kongresine katılmak üzere aynı uçağın yolcuları arasında yer alan ve check - in sürecinde bavulları bagaja teslim ederken kendisine yardımcı olan Arap kökenli Alman vatandaşı bilim insanı Farid (Kais Setti) ile arkadaş olmuştur bile...
Ve tüm yolcular uçağa geçip yerlerine oturur oturmaz da, ikinci pilot Bastian Buchner (Kai Ivo Baulitz), klasik uçuş anonslarından birini yapar...
Bu arada kabin görevlilerinden Bastian'a vurgun olan Julia Weber (Leonie Brill) ve efemine tavırlarıyla dikkatleri üzerinde toplayan nam - ı diğer Eightball olan Robert (Alexander Scheer) ile de tanışırız...
Elbette yıllar öncesindeki karlı bir kış gecesinde bozulan otomobilleri için yardım bulmaya çalışırken bir vampirin saldırısına uğrayarak öldürülen Nadja'nın kocası Nikolai (Lasse Myhr) ile de...
Ki aynı vampir, Nadja'yı da elinden ısırarak "enfekte" etmiştir...
Lütfen bu önemli ayrıntıyı, zihninizin bir köşesinde tutun...
Derken...
Uçağı ele geçirmek isteyen teröristlerden Danimarkalı Karl (Roland Møller), uçaktaki üç sivil polisi deşifre edip etkisiz getirmek üzere "problemli yolcu" muamelesi çekerek uçağı karıştırır ve başarılı da olur...
Çünkü polislerin üçü de; Karl, Alman Eightball ve Amerikalı Curtiz'in (Chidi Ajufo) işbirliği neticesinde anında etkisiz hale getirilmişlerdir...
Uçak tamamen ele geçirilir geçirilmez de, teröristlerin Amerikalı lideri Berg (Dominic Purcell), yolculara hitaben bir konuşma yaparak elleri koltuklarda başları da aşağıya bakar bir biçimde kıpırdamadan oturmalarını ister...
Ardından da Uçak İletişim Adresleme ve Raporlama Sistemi (Aircraft Communications Addressing and Reporting System "ACARS") devre dışı bırakılarak uçağın gidiş yönü Londra'ya doğru değiştirilir...
Artık hiçbir yer istasyonu, uçağın rotasını tespit edemeyecektedir...
Bunu fark eden ve uçaktaki gizli bir bölmeye yerleşmek için koltuğundan fırlayan oğlu Elias'ın peşinden koşturan Nadja, terörist grup içindeki psikopat Eightball tarafından vurularak yaralanır ve bir ara fırsatını bulunca da kendini uçağın bagaj bölümüne atıverir...
İşte Nadja'nın bu eylemi, teröristlerden Çekyalı Jurij'in (Jan Loukota) sonunun başlangıcı olurken, Nadja'nın ve onu destekleyenlerin kontrolü tamamen ele alarak ciddi bir çatışmanın başlayacağı anlamına da gelecektir...
Dakika 44...
Geride sizleri, Peri Baumeister ve Alexander Scheer'in sıra dışı performanslarının yanı sıra görsel efektler ile oyunculara uygulanan başarılı protez makyajların da damgasını vuracağı; son derece doğru olduğunu düşündüğümüz, "vakti zamanında Avrupa ülkelerine yerleşen Orta Doğulu Müslüman mülteci ve göçmenlerin, 'batılı laik ve bilimsel değerler' çerçevesinde 'eğitilmiş' yeni nesil torunları kesinlikle terörist değildir ve olmazlar da" siyasi mesajı verilen, 77 dakikalık heyecan dolu bir bölüm daha bekliyor olacak...
Tabii ki de, beyazperde ve TV'ler de insanlara anlatılan her şeyin; "kurgusal hayaller" satma sanatının başat ve eğlendirici aktörlerinden olan sinemanın değil de, bilimsel verilere dayandırılan National Geographic belgeseli tutkunları arasında yer almıyorsanız...
Keyifli seyirler,