Hesabım
    The Bookshop
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    The Bookshop

    İkiyüzlü ahlakınız yerin dibine girsin!

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    İngiliz romancı, şair ve biyografi yazarı Penelope Fitzgerald 2000 yılında vefat ettiğinde 84 yaşındaydı ve hem parlak kariyerli, hem de oldukça zorlu bir yaşamı geride bırakmıştı. The Bookshop, Offshore ve The Blue Flower gibi sayılı eseriyle ünü ada İngilteresinin de dışına çıkan  Fitzgerald, son kitabı Mavi Çiçek dışında çevirisi olmadığı için ülkemizde pek tanınmayan bir yazar. İşte bu cuma vizyonda sessiz sedasız kendisine yer bulan İngiliz yapımı The Bookshop filmi, Fitzgerald’ın kendi yaşamındaki deneyimlerle harmanladığı aynı adlı kitabından perdeye taşınıyor…

    Yönetmen ve senarist koltuğunda bol ödüllü İspanyol kadın sinemacı Isabel Coixet’in oturduğuna bakmayın. Kurgusal ama tipik bir İngiliz kasabası olan Hardborough’da geçen film, safkan bir İngiliz öyküsü. İkinci Dünya Savaşı’nda eşini kaybetmiş olan ve bir daha evlenmeyen Florence Green (Emily Mortimer) yalnız yaşayan ve tüm dünyası kitaplar olan, içine dönük bir kadındır. Yerleşmek ve kendisine mütevazi bir hayat kurmak için kasvetli Hardborough kasabasını seçen Florence’ın tek arzusu; uzun zamandır terk edilmiş olan eski bir evi alıp, orayı hem kendi yuvasına çevirmek hem de bir kitapçı açmaktır. Herhangi bir sanatsal-kültürel etkinliği olmayan kasaba için bir dinamik olacağına inanan Florence, başta kasabanın elit kısmı olmak üzere tüm dar kafalı, at gözlüklü halkın tepkisiyle karşılacaktır…

    Hardborough kasabası için hayali dedik ama 1959’da geçen hikayesiyle öyle bir protestan etiğinin karşısına Viktoryen ahlakı konuyor ki hem hikaye, hem atmosferiyle insanın kendisini 1750’lerde sanması işten bile değil! Açalım; Florence hayatta en zevk aldığı şey olan kitaplar ve kitap okuma aşkını işine dönüştürerek, gece-gündüz çalışmaktan şikayetçi olmayan ve hatta çalıştığı yerde yaşamayı da tercih eden bir ruh. Tüm kitap aşıkları gibi içine dönük ve insanların ikiyüzlülüğünden kaçan, ama inandığı şeyler uğruna bir o kadar da mücadeleci ve cesur bir ruh. Bu ruhun karşısında ise ‘ben yaptım oldum’cu, kendi şımarık arzuları, çıkarları için herkesi ve her şeyi dümdüz etmekten geri durmayan yalancı ve de dedikoducu bir kitle koyuyor  hikayemiz. Üstelik Florence dönemin yeni basılan ve çok satılan kitabı Lolita’yı sipariş edip bu kasabada vitrinin en önünde satmaya başlayınca ‘Viktoryen ahlak (!)’ tavan yapıyor! “Kaldırın o kitapları ve ilanları toplumsal huzuru bozuyorsunuz!” Çünkü bu kasabada abartı hikayelerin dedikodusu esas toplumsal huzuru sağlayan şey…

    Ağır temposuna rağmen iyi işlenen karakterlerini pastoral bir anlatım biçimiyle harmanlayan filmi, oyunculuklar açısından Florence’ı canlandıran Emily Mortimer sırtlarken, az ama öz sahneleriyle gizemli Edmund Brundish rolünde Bill Nighy’i ve ikiyüzlü elit Violet Gamart rolünde Patricia Clarkson yan karakterlerin hakkını elbette ki veriyorlar. Vizyonda daha bir festival filmi arayan, edebiyat ve İngiliz sineması meraklıları için güzel bir alternatif…

    twitter.com/duygukocabayli

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top