Hesabım
    Ferrari
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Ferrari

    Ferrari’nin F’si…

    Yazar: Banu Bozdemir

    Ferrari filmine bütünsel olarak baktığımızda öncelikle Michael Mann’in Enzo Ferrari’nin hayatının kısa bir sürecine odaklanmasındaki ısrarını takdir ediyoruz. 1957 yılının birkaç ayında geçen film, Ferrari’nin her anlamda yaşadığı zorlukların üzerinden geçiyor; büyük oğlunun yakın zamanlı ölümü, yaklaşan iflası, karısının kendisiyle ilgili iddiaları ve yasak ilişkiden doğan küçük oğlunun ve annesinin varlığını gizli tutma çabaları arasında, iddialı yarış sahneleriyle nispeten hayat bulan bir yaşam hikâyesinde bir otomotiv devini tanıma çabasına gark oluyoruz.

    Ferrari ilginç bir adam, herkese tek kullanımlık hak tanıyan üstten bir yapısı var (buna rağmen hayatındaki iki kadına olan ilgisini sürdürmeye çabalıyor). Mann’in de bu yapıya uygun filmler ürettiğini söylemek mümkün; baskıların insanları duygusal uzaklaşmaya ittiği filmler. Ferrari tam da öyle bir karakter, hayatını bir yarış pisti olarak tasvir edersek, orada gram gülümsemeden dönüp duran, dik duruşuna rağmen omuzlarındaki onca yükü sahiplenmeye çalışan, sürücülerini savaşa yollarmış gibi yarışa yollayan bir adam. Ve Adam Driver onu duygusuz ama inançlı, genellikle kara gözlüklerin arkasına sığınmış bir adam olarak ele alıyor. Hatta kendisini Ridley Scott’ın House Of Gucci filmindeki Maurizio Gucci ile aynı düzlemde bir aksanda bulsak da, buradaki karakter coşkudan ve hatta eğlenceden bir hayli uzak…

    .

    Mann filme merkezi üç karakter üzerinden bakıyor, zaten film Brock Yates’in Enzo Ferrari: The Man and the Machine kitabından uyarlama. Ferrari’nin soğuk algısı eşi Laura üzerinden de devam ediyor. Laura aynı zamanda iş ortağı, evladını kaybetmiş acılı bir anne ve bir yandan da kocasının aldatma hikayeleriyle kahrolan bir kadın. Başta dramı abartılırken, sonrasında dizginleri daha da eline almış bir kadın havasına bürünüyor. Penelope Cruz, rolüne öfke ve tutku katarken, biraz da yanlış alarm olan Shailene Woodley’in Lina rolünde biraz uzak kaldığı, Amerikalı, dış kapının dış mandalı gibi gözüken bir tasviri olduğu söylenebilir.

    Film, biraz sıkıcı ve durma noktasına gelen bu iç çalkantılar arasında dönerken, Mann araba yarışlarında gösterdiği detaylar ile ruhunu tamamlamaya çalışıyor, görüntü yönetimiyle kusursuza varan bir işçilik önümüzde uzanıyor.

    Film her ne kadar yirmi yıllık bir bekleyişten sonra Ferrari’nin yaratıcısına ve motor sporlarının mirasına sahip çıkmaya çalışsa da, monoton anlarıyla ağırbaşlı biyografi filmi havasında ilerliyor. Bunu bozan anlar da ölümcül anlar oluyor ve Mann o anları sanatsal bir vahşet olarak aktarıyor. Filmin halka açık, saman balyalarıyla halkın ayrıldığı, güvenlik tedbirlerinin neredeyse olmadığı ve İtalya’da 30 yıllık Mille Miglia geleneğinin de sona erişiyle tamamlanması sinematografik açıdan çöküşlü bir zirve yaratıyor. Aynı zamanda Ferrari’nin hayatındaki yasak ilişkinin ve küçük oğulun açığa çıkması da aynı döneme denk geliyor. Enzo özellikle yarış kazanma arzusu uğruna feda edilen sürücülerine bir çeşit minnet duyuyor, bu işine devam etme motivasyonu sağlıyor. Ama aynı motivasyonu sürücülerine sağladığını ve iyi bir mühendis olduğunu söyleyemeyiz, yani tutkusunu göremediğimiz bir adam o.

    .

    Mann de bu durumdan etkilenmişe benziyor, seyirciyi yarış anlarında dayanıklılık testine ve kokpite sokuyor. Motor sporlarının teknik aksamının bir nevi emekleme döneminde olduğu bir dönemde, bu deneyimi yaşamak seyirci açısından önemli olsa gerek; köşeleri dönerken hızlanması, seyirciye yakın markaj geçişlerin belli bir gerilimi barındırması filme artı katan yerler. Enzo da bu anlarda hayata dönüyor, filmin yükseldiği anlar buralar. Ama vahşetin yükseldiği anlar da burası. Bu çelişkiye rağmen film bize yarış izlemenin büyülü bir havası olduğuna ikna ediyor!

    Annesinin Birinci Dünya Savaşı’nda yanlış oğlunun öldüğünü söyleyerek, hayatta da olsa Ferrari’yi gözden çıkardığını duymak üzücü gelse de, otoriteyle ayakta duran bir adamın zorluğuyla baş etmenin anlayışıyla yaklaşıyor film bu söze. Zaten Mann de Ferrari’nin karakterinin ötesini bulmak ve çözmekten çok, biraz da onun attığı ve ona kattığı turlarla ilgileniyor gibi.

    twitter.com/banubozdemir

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top