Hesabım
    Tüm Sırların Sahibi Kız
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Tüm Sırların Sahibi Kız

    Yeni bir söylem geliştiren, etkileyici bir film.

    Yazar: Funda Sularöz

    Zombi hikayelerini b-movie’den büyük bütçeli Hollywood prodüksiyonlarına, gerilim ve korku türünden popüler kültürün bir parçası olarak komediye kadar sıklıkla beyazperde ve tv şovlarında izliyoruz. Hatta komedi, korku çerçevesinde ilk yerli zombi filmimiz Ada: Zombilerin Düğünü, bir animasyon karakteri olarak Kötü Kedi Şerafettin’deki zombi sinema tarihimizde yerlerini aldı. Yeni bir söylem geliştirene ise nadiren rastlıyoruz; Tüm Sırların Sahibi Kız bu nitelikte bir film.

    M. R. Carey’in The Girl with All the Gifts adlı romanından uyarlanan, yönetmen koltuğunda Sherlock, Doctor Who gibi televizyon yapımlarından tanıdığımız Colm McCarthy’nin yer aldığı film distopik bir dünya sunuyor. Yakın gelecekte geçen, platosu İngiltere olan filmde; bir virüs yüzünden insanlık kendi türünü yiyen, iradesi yok olmuş yeni bir türe (filmde kod adı aç) dönüşür. Bu virüsten etkilenen, ikinci jenerasyonu oluşturan ve hala insani özelliklere sahip bir grup çocuk, bir askeri üstte kontrol altında testlere tabi tutulmakta ve eğitim görmektedir.

    Bu çocuklar içinde Melanie (Sennia Nanua) adlı bir kız çocuğu ise zekası, merakı ve kurduğu hayallerle diğer çocuklardan ayrışmaktadır. Melanie, öğretmeni Justineau (Gemma Artenton) ile özel bir ilişki geliştirirken üste araştırmalar yapan Dr. Caldwell’in (Glen Close) dikkatini çekmiştir. Üs “aç”lar tarafından bir gün saldırıya uğrayınca bir grup asker ile Melanie, Justineau ve Dr. Caldwell insanların yaşadığı Beacon’a ulaşmak için yola çıkar. Melanie, Dr. Caldwell’e göre insanlığın kurtulması için bir “hediye”dir ve onu kurban ederek aşıyı üretip geri kalanları kurtarmaya niyetlidir.

    Yapım, zombi filmi klişelerini içerse de güçlü söylemiyle ve özellikle son sahneleriyle akıllarda kalıyor. Aksiyonu düşen noktalarda Melanie’nin hikayesi boşlukları dolduruyor. Nitekim çocuk zombi karakterinin derinliği ve bir zombinin çocuk olması etkileyiciğini artırıyor.

    Eleştirinin deavmı filme dair sürprizbozan/spoiler içermektedir:

    Film bittiğinde aklında kalan his nedir diye sorsanız yalnızlık derim. Bu Melanie’nin insanlar ya da kendi türü içindeyken yaşadığı yalnızlık, boş ve yıkık dökük Londra sokaklarında grubun geniş açı çekimler içinde yürürken hissettirilen yalnızlığı ve son sahnede, dünyada kalan son insan Justineau ile güçlenen bir yalnızlık. Bu his bireysel olduğu kadar genel de yansıtılmış.

    Film başrolde yer alan ve empati geliştirdiğimiz ana karakterlerin hayatta kalmasına yönelik değil. Bu noktada “sizin yerinize niye biz ölelim” diye Dr. Caldwell’i sorgulayan ve oluşan mantarları özgür bırakarak dünya üzerinde yeni bir türü başlatan Melanie’nin hayatta kalmasına sevinmemizi sağlamaya yönelik de değil. Film, 2,5 milyon yıl önce güney maymunundan evrilen ve farklı türler içinden günümüze ulaşan bir türe, Yuval Noah Harari’nin Homo Sapiens adlı kitabında “Homo sapiens neden ekolojik bir seri katile dönüştü?” sorusunu düşündüren adeta bir uyarı niteliğinde.

    Melanie ismiyle ve cinsiyetiyle dişi olsa da fiziksel yansıması cinsiyetsiz bir noktada duruyor. Bu da Melanie’nin evrensel bir noktada durduğu ama üreyen bir canlı olarak yeni bir toplumun inşasını sahiplenmesine kafa yorduruyor. Nitekim son insan da üreyen bir canlı olsa da yeni türe medeniyeti öğretmekle sınırlı kalıyor. Belki de kitabın yazarı, dünya üzerinde dönüşü olmayan yıkımlar yapacaksanız kabulleneceksiniz diyor. Ya da bu benim anladığımdır. İyi seyirler.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top