Senaryosunu da William Styron'un aynı isimli romanından (1979) uyarlayarak yazan Alan J. Pakula'nın yönetmen koltuğunda oturduğu “Sophie's Choice”, her an nereden bir sürprizin fırlayacağını tahmin edemeyeceğiniz tarzdaki bir romantik drama...
Polonya aksanı ile İngilizce konuşan Meryl Streep'in "En İyi Kadın Oyuncu" kategorisindeki Academy ve Golden Globe ödüllerini kazandığı film, ikinci büyük savaşın iki sonrasının New York'un da başlar...
Yani yıl 1947...
Yazar olma hayalleri ile yanıp tutuşan yirmi iki yaşındaki Stingo (Peter MacNicol), Brooklyn'de Yetta Zimmerman'ın (Rita Karin) pembe boyalı evinde kendine bir oda kiralar...
Üst kat komşuları Krakow'lu Zofia "Sophie" Zawistowski (Meryl Streep) ve Harvard mezunu bir biyolog olarak ilaç devi Pfizer'de çalıştığını söyleyen sevgilisi Nathan Landau (Kevin Kline), kendisini akşam yemeğine davet etmektedirler...
Evet etmesine etmektedirler de...
Çiftin arasındaki kavga, her seferinde aynı biçimde "dellenen" Nathan nedeniyle bu davete icabeti imkansız hale getirdiği ve Nathan yaşadıkları mekanı apar topr terk ettiği için Sophie, elindeki bir tepsi yemekle Stingo'nun kapısına dayanır...
Stingo boş yemek tabağı ve tepsiyi iade etmek üzere bu ilginç çiftin odalarına doğru yöneldiğinde, sinirleri yatıştıktan sonra farklı bir ruh haline bürünen Nathan'ın Sophie'ye geri döndüğünü görür...
Ertesi sabah kahvaltıya davetlidir...
Ardından da hep birlikte bir lunaparka gidilerek eğlenilir...
Üçünün dostlukları artık iyice ilerlemiş olup Stingo'nun, Sophie ile Nathan'ın hikayelerini öğrenme zamanı da gelmiştir...
Kendisine ilk anlatılan, Sophie'nin ABD'de İngilizce derslerine gidiş, hastalanış ve tedavi sürecidir...
İzlediğinizde fark edeceksiniz ki bu aslında, diğer gerçeklerin yanında incir çekirdeğini dahi doldurmayan çok önemsiz bir teferruattır...
Bu arada Nathan Stingo'yu, kendisi kadar garip davranışlara sahip olan ve psikolojik seks terapilerine katılan Leslie Lapidus (Greta Turken) ile tanıştırmıştır...
Derken sıra, babası (Eugene Lipinski) ile kocası Naziler, annesi de tüberküloz tarafından öldürülen Sophie'nin Auschwitz toplama kampına gönderilişine gelir...
Tabii paranoid şizofrenik tavırlar sergileyerek sürekli olarak zıvadan çıkan Nathan'ın durumu da kesinlikle bambaşka bir vakadır...
Ancak filmde Stingo'nun Dr. Blackstock'tan (Joseph Leon), Sophie'nin Krakow Üniversitesinde hukuk profesörü olan babasının gerçek kimliğini duyduğu ve ağzının açık kaldığı öyle bir sahne vardır ki, o andan itibaren de hikayenin akışı tamamen değişir...
Dakika 76...
Geride kalan 74 dakika içinde dört konunun aydınlanışına tanık olacaksınız...
Neler mi bunlar?
İlki Sophie'nin, babasına ikincisi de kendine ilişkin itirafları...
Üçüncüsü yine Sophie'nin çocukları Eva (Jennifer Lawn) ile Jan'ın (Adrian Kalitka) durumu...
Sonuncusu ise, kardeşi Larry'nin ağzından Nathan hakkında işitecekleriniz...
Elbette hepsi bu kadar değil...
Şok bir finale de hazırlamalısınız kendinizi...
Fırsat bulup da bugüne kadar izlememiş olanlara kesinlikle öneriyoruz...
Keyifli seyirler,