Hesabım
    Tuz ve Ateş
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Tuz ve Ateş

    Belgesel olaydı iyiydi.

    Yazar: Alper Turgut

    Tuz ve Ateş” (Salt and Fire), kanımca tenimizi ateşe tutup, açılan yaraya da tuz basacak kadar kötü bir deneyim, baştan söyleyeyim. Elbette abartıyorum, ancak anlatmak istediği şeyi anlatamayan, film boyunca hah bir şeyler olacak sonunda dedirtip, asıl mevzuya bir türlü girmeyen, giremeyen, bittiğinde de eee ne oldu şimdi diye laf söylettiren yapıtlara, uyuzum, gıcığım, ayar oluyorum, yalanım yok! Hele böylesi bir vasatlık, böylesi bir olmamışlık, 75 yaşındaki, deneyimli Alman yönetmen Werner Herzog’dan gelince, insan, harbiden isyan ediyor, diyeceğim o ki; usta, ustaaa, ergenleri güldürme bu hususta…

    Werner Herzog, bir belgesel, bir kurmaca film çekince, doğal olarak, yapıtları da ikisinin karışımına dönüşüyor giderek… Belgesel ruhlu kurmacaya karşı değilim, kafa karışıklığını aşamayan yapımlara karşıyım, baştan belirteyim. ABD-Almanya-Fransa-Meksika ortak yapımı Tuz ve Ateş, Herzog Usta’nın, en hassas olduğu konudan, yani doğa ve insan ilişkilerinden mayasını alıyor, yine ve yeniden… Haliyle onun, çevre duyarlılığına, insanın, doğaya açtığı haksız savaşta, doğru yerde durmasına, şapka çıkartmamak mümkün değil! Filmin sıkıntısı, senaryoda ve oyuncu performanslarında bariz ortaya çıkıyor, yoksa sinematografisine söz söylemem, laf söyletmem. Görüntü yönetimi hayli iyi, atmosfer ve fon (hadi bari müziği de ekleyelim), filmin en büyük artısı…

    Elinde Alman aktris Veronica Ferres var, Meksikalı yıldız Gael García Bernal var, giderek üstüne katan, performansıyla arayı açan ABD’li aktör Michael Shannon var ve en nihayetinde avucumuzda kalan kocaman bir problem de var. Bireysel bakarsak, hepsi görevini yapmaya çabalıyor, lakin sinema bir ekip işi, geriye bir büyük bocalama, absürt ve amatör tepkiler ve yahu ben ne arıyorum burada sorusu kalıyor. Böyle güçlü bir kadrodan, çıkan sonuç; geçiyordum, uğradım, o kadar.

    Espri denemeleri, şakacıklar, yanında da aforizma tadında replik girişimleri, bu tuhaflığı bozmuyor, garipliği daha da katlıyor. Güney Amerika’dayız, durun sizin için nokta atışı yapayım, merkez üssümüz Bolivya… BM görevlisi bilim insanları, bir felaketin peşine düşer, ekoloji aşkına… İnceleme, araştırma safhasına geçemeden, silahlı tipler tarafından kaçırılırlar. Bu felaketin arkasında, bir büyük şirket vardır, kar vardır, hırs vardır, insanın, dünyanın başına bela olduğu gerçeği vardır.

    Amacımız neydi, mevzu neydi, meselenin özü neydi, hoppp uçup gidiyor hemen her şey. İnsan ve doğa arasındaki bitmeyen, tükenmeyen savaşı görmek için, beyazperde yerine, aptal kutusu televizyonun karşısına geçerim, açarım bir belgesel kanalını, uzatırım ayaklarımı… Şaka şaka, doğaya terbiyesizlik yapacak halim yok, toparlanır öyle izlerim, yaşama sebebimiz olan tabiat anaya saygısızlık etmek, bize yakışmaz. Hah! Bir film değil de, tuz çölü manzarası seyretmek isterseniz, buyurun sinema salonlarına. Diyeceklerim bu kadar, ne yazık ki…

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top