Senaryosu, serinin yaratıcısı da olan Derek Kolstad tarafından yazılan “John Wick: Chapter 2”, yönetmen koltuğunda, ilk filmdeki gibi Chad Stahelski’nin oturduğu bir drama…
Prömiyeri, 30 Ocak 2017’de Los Angeles, California’da yapılan ve 10 Şubat 2017 tarihinde Amerika’nın genelinde vizyona giren filmin, 7.5 /10 (359.174 oy) ve 4.1/5 (56.715 oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 7.4/10 (274 yorum) ve 75/100 (43 yorum) olan Rotten Tomatoes ve Metacritic yorum ortalamaları, iyi bir seyirlik olduğunu söylüyor gibi…
Ama biz yine de çekimleri New York (ABD), Roma (İtalya) ve Montreal’de (Kanada) olmak üzere üç farklı ülkede gerçekleştirilen bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun içinde, 40 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen ve 171.5 milyon dolar gibi oldukça tatmin edici bir hasılat rakamına ulaşılmış olan filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, belirleyici özelliklerinden hiçbiri atlanılmadan “neo – noir” ın dibine vurulduğu filmlerden biri olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Zira kadın (Ruby Rose’un canlandırdığı Ares), karanlık, suç ve yozlaşmanın her türlüsü ile cinsellik, kin, nefret, şüphe, ihanet, (Peter Stormare’in tüttürdüğü) puro, sokaklardaki rengârenk neon ışıkları ve bardaktan boşalırcasına yağan yağmur, bu filmde de mevcut…
Yani ortada, serinin ilk filmi için yazdığımız yorumda da ifade ettiğimiz gibi Chad Stahelski ve Derek Kolstad ikilisinin aksiyonun çok ötesine taşan zekâ dolu bir kusursuz tasarımı söz konusu…
Hani öyle ki, sanki filmdeki her sahne kurguya, itinayla planlanarak yerleştirilmiş gibi duruyor…
Aksiyon dolu hikayesi, John Wick’in evinin yakılmasıyla start alan bu filmde, Keanu Reeves’e ilaveten Ian McShane ve Lance Reddick’ten oluşan serinin kemikleşen oyuncu kadrosu da artık tam bir netlik kazanmış…
Aynen Keanu Reeves’in “Matrix” serisinde birlikte oynadığı Laurence Fishburne’ün de Bowery King karakterinde bu filmin castingine renk katıp izleyen bölümlerde kendine sağlam bir yer açtığı gibi…
Elbette aynı kadroda, 60’lı ve 70’li yılların spagetti western kahramanlarından Franco Nero’yu görmek, ebeveynlerimiz dâhil bütün tanıdıklarımızın hayatta oldukları çocukluk yıllarımızı anımsattığı için bize farklı duygular da yaşattı…
Tabii her yerin, kafalara sıkılan kurşunlar sayesinde kan gölüne döndüğü bu filmde de aksiyon, ilk filmdeki gibi hız kesmeden devam ediyor…
Üstelik John Wick için bir “şehir efsanesi” haline gelen, o tek bir kalemle adam öldürme işinin nasıl yapıldığını öğrenme fırsatını da yakalıyoruz bu filmde…
Fakat bütün bunların tadını çıkartabilmek adına film için edilen, hikâyesi “mantık hatası doluydu” veya “basmakalıptı(cliché)” gibi laflara pek itibar etmemek gerekiyor…
Belki biraz tarzımızın dışında olacak ama tek bir “spoiler vermeden” buraya kadar yazdıklarımızın tamamı, zımnen de olsa ikisini de içerdiği için filme ilişkin hem ilk tespitimiz hem de ilk önerimiz olsun… Artık ayrımı gönlünüze göre siz kendiniz yaparsınız…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde “İyi” kategorisine dâhil ederek puan olarak da 3,5 verdiğimiz türünün en iyi örneklerinden biri olan bu film için önerimiz de eğer bugüne kadar halen izlemediyseniz, olumsuz puan ve yorumlarda söylenilenlere aldırmadan “muhakkak bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…