Hikâyesi, Stacey Menear tarafından yazılan “The Boy”, yönetmen koltuğunda William Brent Bell’in oturduğu bir korku – gerilim filmi…
Eğer işe kısa bir özetle başlayacak olursak:
Karşımızdakinin; “Chucky” ile “Annabelle” bebek temalı filmler gibi başlayan ve kimi, ne olduğu pek de anlaşılamayan garip atraksiyonlara karşın sakince de ilerlerken, birdenbire filmin kahramanı “Brahms”ın, eli kanlı manyaklar “Freddy Kruger”, “Jason Vorhees” ve “Michael Myers” a dönüştüğü zekice kurgulanmış hikâyeye sahip bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
İlk dakikalarda garip ve hatta biraz aptalca da gelen konu, izledikçe insanı içine çekmeye ve bir süre sonrada ürkütmeye başlıyor…
Ancak ne yalan söyleyelim; bugüne kadar (artı – eksi) beş bin civarında film izlemiş biri olarak, finalde yüzleştiklerimizi, bırakın tahmin etmeyi, biz de en az Greta (Lauren Cohan) ve Malcolm (Rupert Evans) kadar “şok” içinde karşıladık…
Yani dememiz o ki; filmi, görüşlerini destekleyecek teknik ayrıntılar vermeden “klişelerle dolu” ve “tahmini kolay” olarak tanımlayarak önemsizleştirmeye çalışanların yazdıklarına pek fazla takılmayın ve kasmayın kendinizi…
Hele, sizde aynen bizim gibi (o film için yazılan olumsuz yorumları da dikkate almadan) “Brahms: The Boy II” (2020) yi de izlemeyi kafanıza koyduysanız, kasmayın kendinizi ve bırakın akmaya başlasın ekrandaki görüntüler…
Emin olun 10 milyon dolarlık bir bütçeyle Kanada’daki Craigdarroch Şatosunda çekilen bu filmi, hiç sıkılmadan ve giderek artan bir merakla izleyeceksiniz…
Ebeveynleri, Bay (Jim Norton) ve Bayan (Diana Hardcastle) Heelshire tarafından, oğulları Brahms’ın dadısı olarak işe alınan Greta’yı canlandıran Lauren Cohan’ı tam dokuz yıldır, AMC’nin başarılı TV dizisi “The Walking Dead” (2011 – 2020) deki “Dul” Maggie Greene karakterinden tanıyoruz…
Cohan, bu filmde de aynı kıvamdaki bir oyunculuk performansı sergilerken, yine şahane bir dizi olan Amazon’un “The Man in the High Castle”lının (2015 – 2018) Frank Frink’i Rupert Evans’ta, uyum içinde eşlik etmiş kendisine…
Farkındayız, filmin teknik kadrosunun geçmişteki marifetlerini sıralamak için sayfalar yetmez…
Ama biz yine de ortaya sadece “üç” önemli sinemacı isim ile küçük bir karışık yapalım ve bakalım kimler varmış aralarında:
• Filmin müziklerinin bestecisi Bear McCreary, aynı zamanda “The Walking Dead” (2010 – 2020) dizi ile “10 Cloverfield Lane” (2016) ve “Godzilla: King of the Monsters” (2019) gibi filmlerinde bestecisi…
• Görüntü yönetmeni Daniel Pearl’ün filmografisinde tam 287 film var…
Ancak biz sadece “The Texas Chain Saw Massacre”nin (1974) adını vermekle yetinelim…
• Editör Brian Berdan, bu işe “çırak” olarak David Lynch'in “Blue Velvet”ı (1986) ile adım atmış ve Oliver Stone’un “Natural Born Killers”ı (1994) ile de “usta” olarak yola devam etmiş…
Şimdi soruyoruz size; “Böylesine güçlü bir ekipten, kötü bir film çıkar mı?” diye…
Elbette çıkmaz ve çıkmamışta zaten…
Belki, yine klasik bir laf olacak ancak diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…
Sinema sanatına yaraşır, “emek verilerek” yazılmış bir başka kapsamlı yorumda yeniden sizlerle buluşmak üzere, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…