Senaryosunu da, Guillermo Calderón ve Daniel Villalobos ile eşgüdüm halinde kaleme alan Pablo Larraín'in yönetmen koltuğunda oturduğu "El Club / The Club"; her türden üyeyi bünyesinde barındıran bir kulüp olarak nitelendirilen Katolik kilise kurumunun bizce, "kara mizahın (dark comedy)" benimsendiği bir anlatım dili ve "zeka" dolu bir kurgusal yapının tercih edilerek eleştirildiği bir drama olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, oldukça düşük olduğu her halinden belli olan bütçesine rağmen Pablo Larraín'in, nitelikli film çekme sanatının sadece paraya değil önemli ölçüde "kültürel formasyon" ve "vizyona" da dayandığını gösterdiği; hatta biraz ileri de giderek resmen, kendisi ile aynı klasmanda bulunmaları asla mümkün olmayan meslektaşlarına, "Sinema nedir ve neyi nasıl anlatır?" dersi de verdiği bu filme biraz daha yakından bakalım...
Sürekli ibadet ederek, kiliselerde aktif olarak çalıştıkları günlerde işledikleri günahlardan arınmak amacıyla aynı evde birlikte yaşayan ve yarıştırdıkları tazı cinsi köpekleri Rayo sayesinde hatırı sayılır miktarda para da kazanan Vidal (Alfredo Castro), Ortega (Alejandro Goic), Silva (Jaime Vadell) ve Ramírez (Alejandro Sieveking) isimli dört Peder ile Rahibe Mónica'ya (Antonia Zegers), Peder Alfonso'nun (Francisco Reyes) getirdiği Peder Matías Lazcano'no da (José Soza) katılacaktır...
Derken...
Söz konusu Peder Matías'ın geldiğini, ilk çocukluk günlerinde bu "pedofil" rahibin cinsel tacizlerine maruz kalarak büyümüş olan şimdilerin evsizi Sandokan'da (Roberto Farías) görür görmez; bir sahil kasabasının ortasında yer alan bu kilise himayesindeki evin önüne dikilmek ve bağırarak haykırmak suretiyle kendisine yapılanları sıralamaya başlar...
Bunun üzerine Sandokan'ı susturmak üzere dışarıya gönderilen Peder Matías; duyduğu derin utancın da neticesinde nereden bularak eline geçirdiği bilinmeyen silahtaki, kendi kafasına sıktığı kurşun ile intihar ederek hayatını sonlandırır...
Bu olayı soruşturmak amacıyla gelen yerel polis birimlerine evdeki beş eski din insanı, Sandokan'dan hiç söz etmeden sanki Peder Matías bunalımdaymış ve öylesine birden bire intihar etmişmiş gibi bambaşka bir hikayeyi dillendirirler...
Ve böylelikle:
Zevahiri, kurtarırlar da...
Elbette Şili kilisesinin Santiago'daki merkezinde görevli Peder Alfonso, bu kez yanındaki İspanya'da psikoloji eğitimi de almış olan ruhani danışmanlarından Peder García (Marcelo Alonso) ile bizim "beşlinin" sığındığı kilise evine beraberce geri döner...
Zira ellerinde Ramírez'in dışındaki her birinin, geçmişteki vukuatlarını da içeren kapsamlı dosyaları çantasında bulunduran "Vatikan bürokratı" García; onları teker teker sorgulayacağı bir soruşturma yürütecek ve ardından da, şaibeli mazilere sahip insanlarla dolu olan bu evi büsbütün kapatacaktır...
İlk adım olarak da García, evde içki içilmesini ve üzerine bahis oynanan Rayo'nun barındırılmasını yasaklar...
Dakika 45...
Geride sizleri, bir "kulüp" olarak değerlendirilen din kurumunun; "Kol kırılır yen içinde kalır" özlü sözü ile sermayenin sözcüsü liberallerce hep gündem de tutulan, "Gerçek İslam bu değil!" teranesini fazlasıyla anımsatan 53 dakikalık bir süreçte, cesaretle değerlendirildiği bir bölüm daha bekliyor olacak...
"Spoiler" vererek filmi henüz izlememiş olanların ağızlarının tadını kaçırmamaya itinayla özen göstermemiz sebebiyle, temel karakterleri tanıtmakla yetinerek kısa kesmek zorunda kaldığımız, vakti zamanında sinema salonunda "irkilerek" izlediğimiz bu şahane filme ilişkin yorumumuzu bitirmeden; kim ne derse desin benzeri bir iç hesaplaşmanın, İslam coğrafyasında yapılamayacağından yüzde yüz emin olduğumuzu da belirtmiş olalım...
Keyifli seyirler,