Senaryosu, Paula Hawkins’in aynı isimli romanından (2015) Erin Cressida Wilson tarafından uyarlanarak yazılan “The Girl On The Train”, yönetmen koltuğunda Tate Taylor’ın oturduğu bir psikolojik gerilim…
Prömiyeri, 20 Eylül 2016’da Londra’da yapılan ve 5 Ekim 2016 tarihinde İngiltere’de ardından 7 Ekim 2016 tarihinde de Amerika’da vizyona giren filmin,6.5/10 (173.876 oy) ve 3.2/5 (25.000 üzeri oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 5.3/10 (308 yorum) ve 48/100 (49 yorum) olan Rotten Tomatoes ve Metacritic yorum ortalamaları, vasat bir filmle karşı karşıyaymışız gibi düşünmemize neden oluyor…
Ama biz yine de 45 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen ve 173,1 milyon dolarlık bir hasılat rakamına ulaşmış olan bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak inceleyecek ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun için de Rachel, Megan ve Anna adındaki üç kadının iç içe geçmiş nefes kesen hikâyesinin anlatıldığı filmin ayrıntılı incelemesine geçmeden önce yine filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, “İşte bu kadar” diyerek her şeyi tam anladığınızı düşündüğünüz an sizi çok daha öngörülemeyen şok bir sürprizin karşıladığı etkileyici bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Paula Hawkins’in, kimilerince yeni neslin Alfred Hitchcock’u olarak nitelendirilmesine neden olan aynı isimli ilk romanından uyarlanan bir senaryo ile çekilen film gerçekten de sürükleyici bir kurguya sahip…
Öyle ki, 112 dakikalık filme laf olsun diye eklenmiş tek bir fotoğraf karesi dahi yok…
Zaten dalgaya düşüp de herhangi bir sahneyi atlayacak olursanız daha sonra yaşananları ve öyküleri anlatılan üç kadının başına gelenleri anlayabilmeniz için filmi başa sarıp bir kez daha izlemeniz gerekebilir…
Zira olayların gelişimi, 6 ay önce, 2 ay önce vs. gibi flashback geçişleri ile dünün ve bugünün karışımı biçiminde anlatılmış…
Bu haliyle de filmi, yine bir roman uyarlaması olan David Fincher’in “Gone Girl”üne (2014) benzetenler olmuş…
Ancak biz, Paula Hawkins’i Alfred Hitchcock’a benzetenlerin verdiği esinlenme ve cesaretle, her gün evlerin önünden hızlı bir biçimde geçen trendeki yerinden yaptığı gözlemlerle, o evlerde yaşananlara ilişkin bir yargıya varmaya çalışan Rachel (Emily Blunt) karakteri ile geçirdiği bir kaza sonucunda bacağını kırarak bir süreliğine evindeki tekerlekli sandalyeye mahkûm olan ve zamanını karşı apartmanlardaki evleri gözleyerek geçiren (ve aynen Rachel gibi olan bitene ilişkin bir yargıya varmaya çalışan) L.B. 'Jeff' Jefferies (James Stewart) karakteri üzerinden “Rear Window” (1954) filmine benzetmenin çok daha doğru olacağını düşünüyoruz…
Çünkü filmlerin isimleri olan “Trendeki Kadın – Arka Pencere (deki Adam)” ile de özetlenmiş olan genel konsept açısından bu çok daha doğru bir yaklaşım olacak…
Hikâyeleri anlatılan üç kadını canlandıran Emily Blunt (Rachel), Haley Bennett (Megan) ve kendisini, Kubrick’in efsanevi “The Shining” (1980) filminin devamı ve korku – gerilim türünün yeni nesil ustalarından Mike Flanagan’ın en son projelerinden biri olarak kurgulanan “Doctor Sleep” (2019) filminde “Rose the Hat” karakterinde de izlediğimiz Rebecca Ferguson’un (Anna) performansları da yeterince iyi…
Ki, bu filmdeki performansı ile Emily Blunt “En İyi Kadın Oyuncu” kategorisinde BAFTA ödülünü de aday olmuş fakat “La La Land” (2016) filminin yıldızlarından Emma Stone karşısında kaybetmişti…
Buraya kadar yapmış olduğumuz bütün bu değerlendirmeler; bize girişteki, “düşük yorum puanı ortalamaları vasat bir filmle karşı karşıyaymışız gibi düşünmemize neden oluyor” varsayımımızın doğru olmadığını gösteriyor…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda da olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; “Ma” (2019) filmindeki yorumumuzun bir kısmını tekrarlamış olmak pahasına, nitelikli film izlemeyi alışkanlık haline getiren sinemasever dostlara, “Tate Taylor gibi az ama öz işlere imza atan yönetmenlerin filmlerine, yapılan olumsuz eleştiri ve verilen olumsuz puanların hiçbirini ciddiye dahi almadan izleme listelerinizde yer vermeyi unutmayın” diye seslenerek kullanmak istiyoruz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de eğer halen izlemediyseniz “bir şans da siz verebilirsiniz” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,