Altın Ayılı bir Taksi...
Yazar: Kaan KarsanBerlin Film Festivali, kağıt üzerinde son yıllardaki en iyi yarışma seçkilerinden biriyle karşımıza çıkmıştı. Terrence Malick, Peter Greenaway, Pablo Larrain, Werner Herzog, Isabel Coixet gibi isimler Altın Ayı için yarışırken festivalin, festivali ancak kendi ülkesinden takip edebilen gediklilerinden Jafar Panahi de yarışmada filmi olan başka bir isimdi. Festivalin ilk gününde ve ilk seansında “Taksi Tahran” Berlin’deki basın mensuplarıyla buluştuğunda, festivalin favorisi diğer iddialı yönetmenlere rağmen az çok belli olmuştu.
Jafar Panahi, çektiği muhalif filmler nedeniyle ülkesindeki iktidar tarafından film çekmesi engellenen, önce ev hapsine sonra da ülke hapsine alınan bir yönetmen. Takip edenler bilecektir, yönetmenin son zamanlarda çektiği filmler de bu süreçte yaşadığı sıkıntılarla direkt olarak ilgili ve ‘yoktan’ var edilmiş filmler. Taksi Tahran da yönetmenin ‘sıkıntılı’ filmlerinin bir yenisi. Panahi, bu kez İran’a bir taksinin içinden bakıyor. Sürücü kendisi. Müşteriler ise, kocaman bir şehir olan Tahran’ın farklı sesleri.
Panahi, tıpkı son dönemde yaptığı diğer filmlerde olduğu gibi kendini filmin odak noktasına yerleştiriveriyor. Her ne kadar sokaklarını unutmuş olsa da, o, Tahran’da bir taksici, bir yol gösterici, bir rehber. Arabasına binen insanların bazıları onu tanıyor. Aralarında koyu bir muhabbet başlıyor; İran ve insanlık hakkında sohbetler. Panahi elbette ki buruk, ancak ilk kez öfkesinden arınmış, daha doğru bir deyişle, öfkesini sanatçı kimliğine besleyen bir pozisyona yerleştirebilmiş görünüyor. Bu kez “çamurdan da olsa bir şeyler çekeyim” demiyor sanki. Son dönemde kısıtlı imkanlarla çektiği diğer filmlerin aksine, bu kez daha ince eleyip sık dokumuş, kırgınlığını daha etkili bir şekilde kanalize etmiş söylemine.
Taksi Tahran, Tahran sokaklarında gezen yasaklı bir yönetmenin o şehirle ve ülkeyle süregelen kavgasını ve sansüre karşı başkaldırısını gösteriyor her anında. En büyük erdemi ise gürültüsüz patırtısız, abartısız gerçeklik hissi. Panahi’yi uzun zamandır ilk kez bu kadar sakin ve ağırbaşlı görüyoruz tam olarak ‘tasarlayamadığı’ bir filminde. Taksi, asla akıllardan çıkmayacak finaline doğru kırarken direksiyonunu, kendinden geriye kekremsi bir tat bırakıyor.
Şu koşullarda kimse Panahi’den dört dörtlük bir film beklemiyor olsa gerek. Taksi Tahran’ın da yönetmenin önceki iki filminden az olmakla birlikte çok net kusurları var senaryosunda. Panahi, filmin bütününde kendini sağlıklı bir şekilde konumlandırıyor olsa da, bazen fazla müdahil oluyor sanki. Ders vermeye başlıyor ve bazı anlarda kantarın topuzunu kaçırıyor. Taksi Tahran, sakin ve dingin anlarında güç toplarken, didaktik olduğu anlarda güç kaybediyor. Doğallığını izleyenini mevzunun bir parçası haline getirirken kimi anlarda aşırı duyarlı tavırlarıyla yabancılaştırıyor. Nihayetinde, Taksi Tahran, belki Panahi’nin son yıllarda çektiği en iyi film ancak aldığı Altın Ayı’ya rağmen filmografisinin en iyilerinden değil.
Taksi Tahran’a izleyecek bir kişi, keyifli bir seksen dakika için sinemayı ziyaret etmiyor olsa gerek; ancak şunu da eklemeliyiz ki Taksi Tahran Panahi’nin en eğlenceli filmlerinden biri. Elbette ki bu eğlence, büyük bir kasvetin etrafından dolanıyor, ancak bir şekilde dengeyi tutturup mizahın gücünü sergiliyor. Seksen dakika bir taksinin içinde, kah gülmek kah ağlamak ve Panahi’ye kulak vermek bizce pek de fena bir fikir gibi durmuyor.