Ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın!
Yazar: Atlantisten Gelen AdamSıcak ve Soğuk Savaşlar döneminde edebiyat ve sinema, ideolojik olarak hep aynı sistemi mahkum etti: Stalinizm. Huxley ve Orwell belki determinist ve “kötü niyetli” değildiler ama ana akım düşünce dünyasında hep tek taraflı bir hegemonyanın kültürel dayanaklarını oluşturageldiler; lakin doksanlı yıllardan bugüne post-sovyetik döneme mütemadiyen tu kaka yapmanın artık bir manası kalmadı.
Günümüzde “küreselleşme” denilen metafizik kavramın sorgulanması ve distopik gelecek tahayyüllerinde anti-stalinist kalıpların ötesine geçmesini umduğumuz eleştirel sinema okumalarına ve yapımlarına ihtiyaç var.
Bu konuda John Carpenter gibi öncü yönetmenlerin seksenli yıllar boyunca gösterdiği cesareti hayata geçirebilen sinema insanlarının izinden giden yeni nesil auteur-yönetmenlere çok sık rastlayamıyoruz beyazperdede. They Live, hala 1988 yılının aşılamamış “Big Brother” temalı başarılı örneklerinden biri olarak değerini koruyor. Stalinizm eleştirisi bağlamında bonkör olan Hollywood, iş tekellere, teknolojik bağımlılıklara, günümüz dünyasının otomat insanlarının yazgısının eleştirisine ve gerçek manada “değişiminin” sorgulanmasına geldiğinde bir hayli “tutumlu” davranıyor.
Yeri gelmişken belirtmek isterim, yine Hollywood sinemasının başat ideolojik argümanlarından ve temcit pilavı kavramlardan “özgürlük” kelimesi gibi “değişim” kavramının da günümüz dünyasında hem kültürel hem de sosyal yaşam içerisinde ne kadar illüzyonist alanlar açtığının da aynı sorgulanmaya tabi tutulması gerektiği de ayrıca üzerinde durulması gereken bir mevzudur.
Artık dijital çağlardayız; insanları birer robota çeviren sistemler -tabii ki bizim gibi az gelişmiş ülkeler dışında, bizler hala soğuk savaş yöntemlerini yaşıyor ve yaşatıyoruz- artık farklı yöntemler kullanmak durumunda. İnternet devrimi “çağdaş dünya” devletlerine bu olanağı sağladı, artık “serbest piyasa” diktatörlüğünü de aşan ruhsal prangalarla maddi manevi “connected” otomatlar, “özgür bireyler” illüzyonu içerisinde anti-totaliter bir demokrasi yalanını siber ağlar içinde yaşıyor ve yaşatıyorlar. Bu çemberden çıkış mümkün mü? Burada büyük şair Murathan Mungan’ı anmak isterim; Çember adlı şiirinde ozanımız şunları dillendirmişti:
Ya dışındasındır çemberin / Ya da içinde yer alacaksın / Kendin içindeyken /
Kafan dışındaysa / Çaresi yok kardeşim / Her akşam böyle içip kederlenip /
Mutsuz olacaksın.
İşte The Circle adlı bu filmde tamı tamına Mungan’ın sözleriyle örtüşen bir tema söz konusu. Harry Potter’in kuru-kahverengi ufaklığı Emma Watson, Mae karakterinde çemberin (sistemin) içinde kalmak ile dışına çıkmak arasında vicdani medcezirler içinde kalan bir genç kadın olarak vasadın üstünde bir performans gerçekleştiriyor.
Dizi filmlerin sinema sektörüne giderek daha fazla oranda bir alternatif olma gücünün kendini her geçen gün daha da fazla hissettirdiği günümüzde biraz muhafazakar bir yaklaşımla “izlediğim en son dizi The White Shadow idi” diyerek böbürlenir dururdum. Doğrusu, bu gerici yaklaşımımı derdest eden yapım “Black Mirror” olmuştur. Hal böyleyken bu filmi değerlendirmeye almam yerinde oldu zira The Circle, Black Mirror ile kıyaslanan bir yapım.
Ancak bana göre Circle, Black Mirror’un nisbi radikalizminden bir hayli uzak bir yere oturuyor. Sistem eleştirisi bağlamında reformizmin de gerisinde bir bakış açısı var filmin arka planında. Bunu şu şekilde açmayı deneyeceğim: Mae’nın duygusal gel-gitleri, sistemin (şirket) içinde ve sistemin dışındaki halet-i ruhiyeleri olması gerektiği kadar çarpıcı bir gerilimden yoksun ilerliyor. Bir beklenti içerisine giriyorsunuz, sisteme entegre olan bireylerin otomatlaşmalarına dair olumlu bir iki sekans size “acaba” dedirtiyor belki; ama bir türlü istenen eleştirel düzeye ulaşamıyor James Ponsoldt; olmuyor, olduramıyor.
Halbuki “iki arada bir derede” kalma duygusu, filmdeki “özgür birey”- devlete alternatif şirket totaliterizmi vb çatışkıları daha net bir vurgulama belki de filmi izleyici nezdinde daha sarsıcı bir yere oturtabilirdi.
Beyaz yakalı çalışanların sahte mutluluk halisünasyonlarına dair biraz daha eleştirel bir bakış açısının filme yedirilmesi, bu yapımın kült statüsüne dahi evrilebilmesini sağlayabilecek bir potansiyel ihtiva edebilirdi; çünkü konu müsait, ama sanki tesisler yetersiz!
Hollywood’un “derin” aktörü Tom Hanks’in yapımcı hanesinde filme para yatırması elbette ki bu arzularımıza ket vuracak bir unsurdur.
The Circle, dev şirketler kapitalizminin teknolojik hükümranlığının insanları yalnızlığa mahkum ettiği günümüz dünyasında, konunun toplumsal arka planını görmezden gelme eğiliminde olan bir film. Bu bağlamda The Circle, sosyal medyanın ve dijital dünyanın hayatımızı nasıl etkilediğine dair derinlik sorunlarına da haiz bir yapım olarak haftanın orta-karar seçeneklerinden.
Twitter: @atlantisliadam