“Me and Earl and the Dying Girl”, yönetmen koltuğundaki Alfonso Gomez-Rejon’un ikinci uzun metrajlı sinema filmi…
Jesse Andrews’un 2012 tarihli aynı adlı ilk romanından uyarlanan filmin senaryosunu da Jesse Andrews, yine bizzat kendisi yazmış…
8 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen ve dünya prömiyerini 2 ödül birden kazandığı Sundance Film Festivalinde yapan filmin, 9,1 milyon dolarlık gişe hasılatı değilse de 7.8/10 (105.828 oy) ve 4.1/5 (25.491 oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puan ortalamalarıyla 7.5/10 (201 yorum) ve 74/100 (40 yorum) olan Rotten Tomatoes ve Metacritic yorum ortalamaları oldukça iyi…
Bu gençlik dramasının oyuncu kadrosundaki en önemli isim, hiç tartışmasız “The Signal” (2014), “Ouija” (2014) ve “Ready Player One” (2018) gibi filmler ile de Hollywood’daki yerini iyice sağlamlaştırmış olan Olivia Cooke…
Filmi bizim açımızdan cazip kılan bir diğer unsur da, Roxy Music günlerinden bu yana takipte olduğumuz Brian Eno’nun müzikleri… Kendisi yıllardır bizim efsane müzisyenlerimiz arasındadır…
Tabii filmin artıları sadece bunlar ile sınırlı değil…
Örneğin kim, “Oldeuboi/Oldboy” (2003), “Ah-ga-ssi/Handmaiden” (2016) ve “It” (2017) gibi filmlerden de tanıdığımız Chung-hoon Chung’un kameranın arkasında oturmasına yahut filmin sanat yönetmeninin “Minority Report” (2002), “The Ring” (2002), “Collateral” (2004), “The Dark Knight Rises” (2012) ve “The Grand Budapest Hotel” (2014) gibi filmlerde de imzası bulunan Gerald Sullivan olmasına burun kıvırabilir ki…
Yani yine en azından kâğıt üzerinde de olsa, karşımızda kaliteli bir film varmış gibi duruyor…
Gelin isterseniz, bunu test etmek üzere filmimize biraz daha yakından bakalım…
Ancak şunu hemen söylemeliyiz ki; “Me and Earl and the Dying Girl” kesinlikle Greg, Earl ve (ölen kız) Rachel isimli üç gencin ergenlik geyiklerinin anlatıldığı sıradan bir “gülelim, eğlenelim” filmi değil…
Eğer filmin afişi, fragmanı yahut kısa özeti sizde böyle bir izlenim bıraktıysa, yol yakınken hemen vazgeçin ve bir başka filme takılın deriz… Sonradan, “söylemediydi” demeyin diye, biz uyarımızı baştan yapmış olalım… Yoksa 105 dakikanın sonunda, “Ne anlatmış bunlar böyle?” diyen bir yüz ifadesiyle somurtur durursunuz…
Zira karşımızdaki; yaşamı sorgulayan, bunu yaparken de Akira Kurosava, Stanley Kubrick, Ingmar Bergman, Federico Fellini, David Cronenberg ve François Truffaut gibi büyük ustalara saygı duruşunu da ihmal etmeden, yaşamın kendisinin de aslında akıp giden bir sinema filminden çok da farklı olmadığını simgesel örneklerle göstermeye çalışan son derece sıra dışı bir film…
Hele buna bir de, özellikle de final bölümünde, Brian Eno’nun müzikleri de eklenince, ortaya son derece yürek burkan ve iç acıtan duygusal sahnelerin de olduğu harika bir drama çıkmış…
Öyle ki, yönetmen Alfonso Gomez-Rejon, kurgusuyla aynı anda hem ağlatma hem de gülümsetme işini çok iyi becermiş…
Bu arada, genç oyuncuların üçünün de işlerini gerektiği gibi yaptıkları bu filme, Mr. McCarthy karakterindeki rolüyle Jon Bernthal’in de ciddi renk kattığını söylemeden de geçmemek lazım…
Başkasını bilmeyiz ama şahsen biz, bu filmi çok beğendik… Umarız sizler de severek izlersiniz…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 26 Temmuz 2018 günü saat 01.32’de yazılarak paylaşılmıştır...