Hesabım
    Messengers
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Messengers

    Hep Aynı Nakarat!

    Yazar: Ali Ercivan

    Her yıl birbirinin hemen hemen aynısı onlarca korku filmi gelip geçiyor önümüzden ve her nedense, Türk sinema seyircisi her birine aynı iştahla saldırıyor. Hem de bu örneklerin tamamına yakını vakit harcamaya bile değmez yapımlar olduğu halde... Beyazperde'nin korku filmi sever takipçileri kusura bakmasın ama orada ölmüş bir takım ruhların hala terk etmediği eski eve yerleşen sorunlu ailenin başına gelenler üzerine kurulu, bilmem kaçıncı film olan Messengers, vakit kaybından başka bir şey değil.

    Sinemadaki çıkışını, kült statüsüne erişmiş korku filmleriyle yakalayan Sam Raimi'nin yapımcı olarak desteğini verdiği Uzakdoğulu sinemacılar, bu kez Göz serisiyle dikkat çekmiş Hong Kong'lu ikiz Pang Kardeşler. Raimi, daha önce de Garez serisiyle Japon yönetmen Takashi Shimizu'ya Hollywood'un kapılarını açmıştı. Garez ile Messengers, aslında birbirinin neredeyse aynısı iki film. Eski bir ev, öldürülmüş bir aile, psikopat bir baba, eve taşınan yeni bir aile ve evdeki huzursuz ruhları fark eden gençler... Hayaletlerin görünümleri ve çıkardıkları sesler bile farklı değil.

    Daha önce kırk kez izlediğimiz bir şablonu, öncekilerden farklı kılan ne olurdu? Orijinal birkaç numara, korkutmak için aynı ses efektlerine başvurmamak belki... Messengers bunu yapmıyor ("Hangi korku filmi yapıyor ki artık?" diyeceksiniz tabii haklı olarak). Oyunculuklar belki... Panik Odası'ndan hatırladığımız başroldeki genç kızımız Kristen Stewart, olabildiğine silik. The Practice adlı başarılı televizyon dizisinden sonra sinemada bir türlü tutunamayan Dylan McDermott ve hep biraz haksız yere gözardı edildiğini düşündüğüm Penelope Ann Miller, makuller ama o kadar. Kuzeyde Bir Yer ve Sex & The City dizilerinin yıldızlarından John Corbett'in hali ise malesef acıklı. Bu kadronun en iyisi, geçirdiği bir kazadan beri konuşmayan ve evdeki hayaletleri görebilen minik çocuk olunca, zaten geriye fazla laf kalmıyor.

    Ailenin arabayla başka bir kentteki yeni evlerine doğru gittikleri ve genç kızın taşınmaktan memnun olmadığını anladığımız sahneyi Hayao Miyazaki'nin anime başyapıtı Ruhların Kaçışı'na (Spirited Away) benzetmekle fazla mı ileri gitmiş olurum bilmiyorum ama evin çevresinde dört dönüp aileyi ürküten kargaların, Alfred Hitchcock klasiği Kuşlar'a (Birds) gönderme olduğu açık. Ancak kırk küsür yıllık bu filmin yarattığı etkiyi en azından tekrarlamayı bile başaramamak, Pang Kardeşler'in hanesine hiç de olumlu bir puan olarak yazılmıyor.

    Doğrusu, Messengers'ın başarılı bulduğum tek kısmı, baba kızın kasabaya indikleri sahnede, kentli genç kızımızın taşralı gençlerle iletişim kurduğu sahne oldu. Bu tür filmler çoğunlukla yolu taşraya düşen kentliler üzerinden ilerlediği için farklı sosyal koşullarda yetişmiş akranların iletişimleri belli bir ilginçlik içeriyor. Ama emin olun, olumlu bahsedebileceğim bu tek sahneyi bulmak için biraz kafa patlatmam gerekti.

    Bu filmden sonra umut ettiklerim şunlar: Sam Raimi'nin vasat korku filmlerine yapımcılık hizmeti vermekten vazgeçmesi, Amerikalıların şu ürkütücü kilerlerini daha iyi aydınlatmaya ve daha temiz tutmaya başlamaları ve seyircimizin artık bu filmlerden sıkılması. Ben hep aynı filmi yazmaktan sıkıldım, siz izlemekten bıkmadınız mı?

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top