Hesabım
    Öğrenci İşleri
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Öğrenci İşleri

    Gülmece güldürmece, bilim üstünde kaydırmaca

    Yazar: Atlantisten Gelen Adam

    Stanley Laurel ve Oliver Hardy’den Recep İvedik’e uzanan 1800’lü yılların son demlerindeki ilk sinematograf ya da sinevitograf zamanlarından günümüz dijital çağların üç boyutlu beyazperdeli modern zamanlarına komedi olarak karşımıza çıkan görüntülerde insanları güldüren ya da güldürmeyen o gizemli şey neydi?

    Talip Karamahmutoğlu'nun filmi Öğrenci İşleri’ni seyrettikten sonra uzun uzun düşündüm; komediye ve bizi neyin güldürüp neyin güldüremeyeceğine dair derin derin bir iç sorgulama yapmaya çalıştım. Perdede Murat AkkoyunluFırat Tanış gibi hakikaten değerli, yetenekli aktörler ellerinden geleni gösteriyor, kişisel çabalarıyla güldürme edimine dair kapasitelerini son raddeye kadar kullanıyordu, diğer oyuncuların çabası da yadsınamazdı. Ama Recep İvedik ya da “Lorel ile Hardi”deki –düzeylerinden bağımsız dile getirdiğim- yoğunlaştırılmış güldürme/güldürme gücü neye dayanıyordu?

    Değerli sinema insanı Murat Tolga Şen’in öncülüğündeki Öteki Sinema’da gerçekleşen “Recep İvedik’in Sırrı Ne?” tartışmalarıyla başlayan komediyi / gülmeceyi sorgulama serüvenim beni Beyindeki Hayaletlerin yazarı V.S. Ramachandran’ın Öykücü Beyin kitabının adeta bir tuğlayı oluşturan sayfalarına kadar götürdü ve sanırım özelde Öğrenci İşleri, genelde de Post-Recep İvedik filmlerinin ve geçmişten geleceğe tüm komedi yapıtlarının neden güldürdüğüne ya da güldüremediğine dair bir kelam etme şansı, üstelik bunu bilim dayanağıyla yapma fırsatı bulmuş oldum (Recep İvedik filmini çıta almamın sebebi günümüzde hanidiyse komedi dendiğinde Permatik ya da Jip kelimelerinin bir marka olmaktan çıkıp nesnenin ta kendisine dönüşmesi gibi kapsamlı bir etkide bulunmasındandır; yoksa komedi türü olarak Öğrenci İşleri ile İvedik filmlerinin tek ortak noktası her ikisinin de “Slapstick güldürü” olmasıdır. Bununla birlikte Öğrenci İşleri, Recep İvedik gibi hard-core nihilist ve moral değerleri altüst eden bir komedi anlayışından çok, steril, güvenli sularda, hatta “ahlakçı” bir komedi anlayışına sahip olmasıdır).

    Ahlakçıdır çünkü “Değerli bir arazi üzerinde bulunan, babadan kalma dersaneyi işleten (babalarımızın zamanında dersane ve rantiye mevzuları günümüzdeki kadar yüksek oktavlı değildi) bir adamın maceraları anlatılıyor ancak gerçek manada bir eğitim sistemi eleştirisi barındırmayıp hatta dersane gibi pek de romantik olmayan bir kurumsalı –Hizmet mefhumuna bir gönderme olup olmadığını çözemedim- romantikleştirme yoluna gidip komedinin düzen karşıtı özünü, eleştirelliği ıskalama riskini barındırıyor ve ne yazık ki şöyle bir gerçekçilik suratımıza tokat gibi çarpacaktır: Ahlakçılık ile en son bağdaşacak güdülenme "sense of humour", yani mizahtır. Filme öncelikli eleştirim bu minvalde zira “dersane” gibi çocuk ömrü törpüleme merkezleri”ne dair her türlü romantik bakış kadük kalmaya el-mecburdur ve hemen akabinde “güldürme” meselesine geri dönecek olursam, burada bilimsel yollara başvurmayı deneyeceğim.

    Burada hem filozof hem bilim insanı hem de hınzır tabiatlı zat-ı muhterem Ramachandran devreye giriyor ve gülme edimine dair Jane Goodal’a gönderme yaparak şu kelamları sarf ediyor:

    “İri kıyım bir maymun, muz kabuğuna basıp düşerse diğer maymunlar bu duruma gülmez. Goodal, şempanzelerin  Three Stooges (Üç Ahbap Çavuş) veya Keystone Kops türünden komedi filmlerinde olduğu gibi birbirlerine komik pandomim gösterileri yaptığından da hiç bahsetmez. Peki ama insan neden güler?

    Mizahta şu yol izlenir; öncelikle dinleyenler, beklentilerden oluşan bir bahçede gezintiye çıkarılır. Burada başa gelen musibetler yeni yorumlarla bağlamın dışında yorumlanmalı. Burada en ilkel gülme eylemi olan “gıdıklama” üzerinden konuyu yine Öğrenci İşleri’ne bağlayacağım. Bir yetişkin (sinemayı hazırlayanlar), çocukta tehlike uyandıracak şekilde ona yaklaşır. Çocuk (sinema izleyicisi) burada kendini kurban hisseder. Çocuğun içindeki primat bu kendine zarar verecek gibi ona yaklaşan kartal, jaguar ya da iri amcanın terörürden kaçmaya hazırlık yapar. Ama aslında o yaratığın nazik biri olduğu ortaya çıkacaktır ve bu durum, çocuğun tehlike beklentisini yok edecektir. O kaburgalarını deşecek olan canavar (Recep İvedik) aslında ton ton bir genç adamdır ve bu yüzden çocuk (sinema izleyicisi) güler. Bilinçaltımız bu mesajları  “her şey yolunda” diye dışa vurur ve bu durum kendini gülme olarak belli eder.

    Konuyu sıkıcı olmak pahasıyla şöyle somutlayacağım. Bu filmin beklentilerden oluşan bahçesi (kapitalizm ya da eğitimin ticarileştirilmesinin sarsıcı ve somut tehlikeleri elma dersem çık, armut dersem çıkma) ne kadar gerçekçidir; burada film bize “Armut!” diye bağırmaktadır. Dolayısıyla bu bağlamın yeniden yorumlanmasının zemini bile ortadan kalkmıştır ve mizah unsuru etkisini “her şey yolunda” diyecek bir gerilimden uzak olunduğu için azaltacaktır.

    Bu yazıyı bu kadar uzatmamın sebebi, Post-Recep İvedik döneminde neden bazı filmlerin güldürmeyi başarabildiği neden bazılarının güldüremeyeceğine dayalı bilimsel bir katkı sunmaktır. Recep İvedik bir tehlikedir, sokaktaki tacizci ya da arka mahalledeki hımbıldır ama sinema salonunda size zarar vermesi mümkün olmayan bir karikatürdür. Öğrenci İşleri’nde sıkıntılı olan şu; bize –izleyiciye- zarar vermesi mümkün olanlar ortalıkta gezinmiyorlar; hatta iyi adam rolüne soyunuyor, dersane işletiyorlar ve sorun da burada; dershane işletenlerin pek de romantik tiplemeler olmadıkları aşikardır. E kötü adam zaten bu milletin ortalamasına denk gelen bir üç kağıtçı; böylelikle gülmeceyi doğallıkla sağlayacak olan tüm çatışkılar kadükleşiyor. Bu durumda ne Hababam Sınıfı göndermeli sekanslar ne de efsanevi Çiçek Abbas’a yapılacak metazori göndermeler yeterince vurucu bir işleve sahip olabiliyor.

    Twitter: @atlantisliadam

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top