Bu yılki !f festivalinin son gününde izlediğim film, bu yıl "En İyi Yabancı Film" ve "En İyi Makyaj" dallarında Oscar'a aday olan A Man Called Ove. Bu filmin festivalde olduğundan haberim yoktu ve son saniyede olduğunu öğrenince filme hemen gitmeye karar verdim.
Filmin konusu şöyle: "Huysuz bir şekilde yaşayan yaşlı Ove, günlerini yaşadığı konutun kontrollerini yaparak ve yeni ölmüş eşinin mezarını ziyaret etmekle geçiriyordur. Bu süreçte hayatından yavaş yavaş nefret etmeye başlar ve bir sürü intihar yöntemleri dener. Bu denemeler başarısız olunca Ove, yaşamak için hiç iyi bir neden göremez. Ta ki yeni komşuları gelene kadar. Ove'un karşısındaki eve taşınan 2 çocuklu ailenin annesi Ove ile konuşup vakit geçirmeye başlar. Ove da bu sırada geçmişinde yaşadığı şeyleri anlatır ve hayatı yavaş yavaş iyiye gitmeye başlar."
Bu konuyu bildiğinizi biliyorum. Hatta konusu ve işlenişi bakımından bu filme çok benzeyen bir filmi 2 ay önce Ben, Daniel Blake'de izlediğime yemin edebilirim. Ama her ne kadar A Man Called Ove'un konusu bilindik olsa da işleniş tarzı ve konsepti, filmi çok daha farklı bir hale getiriyor.
Dediğim gibi, filmin konsepti çok başarılıydı, Ove'un yaşadığı çevre oldukça ilginçti ve hikayenin kendisine farklı bir hava kazandırmış. Ayrıca karakterler de çok samimiydi. Bu karakterlerle rahatça empati kurabiliyor ve onun hissettiği duyguları anlayabiliyorsunuz. Bu sayede de filmi izlerken üzülüyor, şok oluyor ve şaşırtıcı derecede bayağı bir gülüyorsunuz. Film bunun dengesini çok iyi sağlamış.
Ama oyunculuklar için ne dersem az olur. Ove'u canlandıran Rolf Lassgård inanılmazdı. Bu yılın en iyi performanslarından birisiydi. Bahar Pars ise Ove'un komşusu rolündeydi ve onun karakteri de çok samimiydi. Filmi daha komik bir hale getirmiş. Ayrıca Filip Berg ile Ida Engvoll'un da gayet başarılı olduklarını belirtmeliyim.
A Man Called Ove'un en sevdiğim yanı, hikayeden ziyade karakterlere odaklanıyor olması. Bunun da en büyük örneği, filmdeki flashback sahneleri. Bu sahneler senaryonun ilerleyişini etkiliyor mu? Hayır, ama karakterleri etkiliyor ve onların motivasyonlarıyla düşüncelerini anlamamızı sağlıyor. Dediğim gibi, bu yüzden bu film çok samimi.
Filmin sadece birkaç tane kötü tarafı var. Bunlardan birisi tahmin edilebilir sahneler. Konunun bilindik olduğunu biliyorum ama bahsettiğim şey başka. Mesela Ove'un eşinin nasıl öldüğünü anlatan flashbackin son sahnesinde, Ove'un eşi Sonja'nın kameraya slow motion sırasında bakıp gülümsemesini görüyoruz. Sinema dilinde, bu sahne "bu karakter şimdi ölmek üzere" demek oluyor. Filmde buna benzeyen birkaç sahne vardı.
Bir diğer sorunum ise Ben, Daniel Blake filmindeki sorunla aynı: Finali. Hikayeye bir son verme ve mesaj açısından filmin son sahnesi işe yarıyor fakat çok tahmin edilebilir. Ana karakterin filmin başından sonuna kadar yaşadığı gelişme birdenbire yok oluyor. Bu filmin finali kötü değildi ama daha yaratıcı bir şekilde bitebileceğini düşünüyorum.
Kısacası A Man Called Ove, daha önceden hiç görmediğiniz bir iş olmasa da kesinlikle izlerken yüzünüzü güldürecek ve iyi vakit geçireceğiniz bir film. Oyunculukları, oluşturulan karakterleri ve konsepti çok başarılıydı. Bulduğunuz ilk fırsatta izlemenizi kesinlikle öneririm. En İyi Yabancı Film Oscar'ını alacağına dair şüphelerim var ama kesinlikle Oscar'ın en naif filmlerinden birisi. İyi seyirler.
FİLMİN İYİ YANLARI:
+ İnanılmaz oyunculuklar.
+ Görüntü yönetmenliği, konsept.
+ Senaryodan ziyade karakterlere odaklanıyor olması.
+ Dram ve komedinin güzel dengelenmesi.
FİLMİN KÖTÜ YANLARI:
- Bazı yerleri oldukça tahmin edilebilir ve senaryonun kendisi de tamamıyla orijinal değil.
TOPLAM PUAN: 8.2/10