Sarmaşık, tam alkışlık bir film.
Yazar: Alper Turgut“Sarmaşık”, karmaşık olma ihtimali yüksek bir öyküyü, resmen nakış nakış işleyen ve eline yüzüne bulaştırmadan, üstüne kata kata ilerleyen, ancak finaline gemici düğümü atmayı, ne yazık ki, tam beceremeyen bir güzel seyirlik, özetle. Bu özgün ve düzgün işçilik, sadece İstanbul, Ankara ve İzmir’de gösterime giriyor, memleketin diğer kentlerinin, harbiden suçu nedir?
Film, İngiliz şair, eleştirmen ve filozof Samuel Taylor Coleridge’in 1798 yılında yayımlanan Yaşlı Gemici adlı kitabından alınan bir şiirle başlıyor; “Direkler eğik, burnumuz batmış suya / İnsan düşmanının sillesinden kaçar ya / Soluğunu ensesinde duya duya / Ve koşar başını hiç kaldırmadan / Gemi öyle koştu, rüzgâr öyle coştu / Kaçtık güneye hiç durmadan…” Evet, yönetmen Tolga Karaçelik, ‘Gişe Memuru’ndan sonra bu kez gemicilerin dünyasına el atmış, hepimizi, uğursuz bir deniz yolculuğuna çıkartmış. Erkek dünyası, egemen rüyası tastamam resmedilen, iktidarın, gücün, otoriteye karşı durmanın, kendine yandaş bulmanın, korkunun, lümpenliğin, zayıflıkların, içimizdeki vahşinin, saklanan deliliklerin peliküle yerleştirildiği, tabir caizse, sınav gibi bir psikolojik gerilim denemesi… Ve elbette bu tuhaf gemi, Türkiye’nin suni politik gündemi gibi, yani senaryoya da imzasını atan Tolga Karaçelik, alegorik anlatımı seçmiş, göndermeleri es geçmemiş.
İnsan doğasının, zorda ve darda kalma seyri bu, değişim ve dönüşüm, elbette kaçınılmaz. Alan daraldıkça, umut azaldıkça, baskı artıkça, tıpkı meşhur Deney (Das Experiment) filmindeki gibi, denekler, şiddete meyli seçer, çıldırmanın eşiğini geçerler.
Angola’ya giden dev gemi Sarmaşık, Kaptan Beybaba ve beş gemiciye (Cenk, İsmail, Cem, Nadir ve Kürt), adı üzerinde işte, sımsıkı sarılacak ve onlara tutunacaktır, çünkü sefer esnasında, armatörün iflasıyla, işin seyri değişmiştir. Mürettebatın çoğu gemiden ayrılınca, kalanlar, açlıkla, anlamsızlıkla, sıkılmışlıkla test edilirler. Amaç yoksa, kural da yoktur. Rütbe, kıdem, usta, acemi, artık hak getire… Nizam, emir ve görevler, zalim bir kaosa yenik düşerler, düzensizlik, kavga, umutsuzluk, öfke ve şiddet, sahne alsın diye, hızla yerlerini terk ederler. Haliyle, itinayla saklanmış kişilikler de, rol yapmaktan, nihayet vazgeçerler, artık gerçek bir gariplik, rahatça kol gezebilir. Kaptanın otoritesi, zamanla zayıflar, yetki ve etkiden olmamak için, iyice saçmalamaya başlar, kaçın kurası, uyuşturucu müptelası gemici Cenk de, giderek diklenmeye başlar ve kendince boşluktan yararlanmaya çabalar. Benim gibi koyu bir Adana Demirspor taraftarı olan, ‘Şimşek’ Cenk, isyan için resmen çıldırmaktadır. Şimdi sıra algının kırılmasında, büyülü gerçekçiliğin ortaya çıkmasındadır.
Sinematografi, görüntü ve oyuncu yönetimi, festival filmini aşan hacmi, cuk oturan müzikleri, olay örgüsü, sinema dili, hiçbirine lafım yok, oyunculuklara ise ayrı bir parantez açmalı, Kadir Çermik, Hakan Karsak, Osman Alkaş ve Seyithan Özdemir, rollerini gayet iyi sırtlamışlar, Özgür Emre Yıldırım ise çok daha iyi, belirtmeli… Gelelim Nadir Sarıbacak’a, onun için tanımsız diyebilirim, çünkü beyazperdede devleşen, işte budur dedirten, filmi alıp götüren bir oyunculuk karşımızdaki, iyi, güzel gibi kelimelere sığmaz, sığamaz. Sadede gelirsek, finali bambaşka ve akılda kalıcı bağlasa, ülke sinemasının başyapıtlarından biri olabilirmiş, kuşkusuz ıskalanmış, yine de yılın en iyi yerli işlerinden biri, kesinlikle seyretmeli…