Savaşın dansı!
Yazar: Banu BozdemirSavaş filmleriyle çevrili olduğumuz şu günlerde İsrailli yönetmen Samuel Maoz, Foxtrot filmiyle savaşın ve asker olmanın toplu psikolojisine dair güzel tespitlerde bulunuyor. İlk filmi 2009 yapımı Lübnan olan yönetmen orada da sıkışmışlık, çaresizlik ve anlamsızlık duygusundan savaş karşıtı bir psikoloji yaratmıştı. Tankın içine sıkışan dört askerin durumunu anlatan filmin yönetmenin deneyimlerini de kapsayan bir yanı da vardı. Yıllar sonra Maoz savaşmanın tahribat yeteneğini herkesin, her şeyin yanına sokuşturuyor. Coğrafya, hayvanlar, bitkiler her şey bu anlamsızlığın içinde payını düşeni yaşıyor ve geriye sadece yalanlar kalıyor.
Maoz bu kez savaş çığlıklarına Foxtrot adlı dansla cevap veriyor, daha doğrusu cevap vermeye çalışıyor ama geride sadece psikolojisi bozulmuş insanlar kalıyor. İlk filmiyle Altın Ayı alan Maoz, Foxtrot ile Gümüş Ayı kazandı, İsrail’in Oscar adayı oldu ama İsrail Kültür Bakanı tarafından İsrail Devletini mahvetmekle ya kötü göstermekle suçlandı. Bakınca sanat ve devlet dengesi her yerde hemen hemen aynı. Hatta Kültür Bakanı filmlere ayrılan fonları keseceğinden bahsetmişti. Sanatçılar devlet politikalarını genelde eleştirir ve karşılığında festivallerden ödül, kendi devletlerinden ise bin tane memnuniyetsizlik lafı duyarlar. Maoz’un başına gelen de bu!
Bir sınır kapısında geçişleri kontrol eden dört askerden biri olan Jonathan Feldmann’ın ölüm haberi ailesine ulaşır. Film ilk bölümde ailenin dağılan, yaşamla bağını kaybeden hallerini anlatıyor. Her şey var bu duygularda, isyan, bastırma, bağırma, tahammülsüzlük! Kapınıza gelen askeri bir birliğin kötü haberle kapınızı çalıp, sonra sizi toparlamak adına her şeyi üstlendiği bildik haller yani! Sonra isim karışıklığı olduğu anlaşılıyor aslında Jonathan’ın yaşadığı haberi geliyor… Bu sefer Maoz kamerasını kör karanlıkta nöbet tutan askerlere çeviriyor, bakalım Jonathan yaşıyor mu diye? Yaşıyorsa nasıl yaşıyor diye! Görünürde yaşıyor!
Filmde ‘kader’ kavramını sorgulayan, hatta askerliğin, coğrafyanın kaderine dair cesur bir söylemde bulunan yönetmen militarizm konusunda savaşın tahribatı, yıkıcılığı konusunda coğrafyasının da iznini alarak eleştirel söylemlerde bulunuyor. Bir devenin geçişinde bile açılan sınır kapısı, Jonathan’ın yaşam dansı ve çizimleri filme dair hatırlayacağımız güzel kareler. Onun dışında acı ve kasvetli bir ortam sürekli kendini tekrar ediyor. Sınırdan geçenlerin psikolojisiyle dört genç askerin zıt ama bekledikçe aynı yağmurun altında ıslanan, aynı kaderin farklı versiyonlarını yaşayan bir kısırdöngüye dönüşüyor. Askerlerin birbirlerine anlattıkları, her geçen gün kayan konteynırları, çamurlu ayakkabıları ve Jonathan’ın yaşadıkları dar ve boğucu dünyada aklında kalanları çizdiği defteri… Detayların izinde, yaşam denen soluktan uzakta kendi içlerinde adımladıkları bir savaş dansı Foxtrot… Coğrafyaların, savaşın ortasındaki askerin ölümle hesaplaşan bedeninin kader anına, değişmeyen yazgılara, acılara dair bir yalnızlık hikayesi…
twitter.com/banubozdemir