O Aydaki Adamı Oradan İndirmesini Bilirim Ben
Yazar: Burak HatipoğluKüçükken hüzünlü bir hikaye anlatılmıştı bana.Çocuğun biri ailesiyle birlikte deniz kenarına gider, onlara çaktırmadan bir kayanın arkasına saklanıp "İmdat boğuluyorum, yardım edin, kurtarın" diye feryat etmeye başlar. Telaşlanan annesi ve babası koşarak deniz kenarına gelirler, fakat ayılan-bayılan, boğulan-moğulan yoktur. Çocuk çok eğlenir ve olayı üç-dört kez tekrarlar. Her defasında ailesi koşarak oğullarını kurtarmaya gelirler ama her defasında ortada kimse yoktur. Bir süre sonra sıkılan ve sıcaklayan çocuk denize girmeye karar verir. İşte tam o sırada olanlar olur.Çocuk denizde kontrolünü kaybeder.Boğulmak üzeredir ve yardım istemeye başlar.Fakat yine kandırıldıklarını sanan anne ve babası yerlerinden kıpırdamazlar bu sefer.Dınnınnınnın.Acı son.
Zamanında annemin bana bu hikayeyi yalanın kötü bir şey olduğunu anlamam için anlattığını kavrayamamış, o kadar eğlendikten sonra ölmenin o kadar da kötü olamayacağını düşünmüştüm.
Andy Kaufman adlı şahsiyetin durumuda plajdaki çocuk gibi. Kendisi yaptıklarıyla çok eğleniyor, herkesinde onun gibi eğlendiğini sanıyor.İnsanları çarpıcı şakalarıyla o kadar sarsıyor ki iş ciddiye bindiği zaman artık kimse ona inanmıyor.
Andy Kaufman'ı kaç Türk seyircisi tanıyor acaba ? Zamanında Star ekranlarında gösterilen "Taxi" adlı diziden kaç kişi onu hatırlıyor ? Bilmiyorum.Zaten bir önemide yok. Milos Forman imzalı "Man On The Moon - Aydaki Adam" 'dan zevk almak için kendisi hakkında hiçbirşey bilmenize gerek yok. Film sizi bu adamın dünyasına koparıp götürüyor. Toplum tarafından anlaşılmadan ölen bu "komedyen olmayan komedyeni" siz anlıyor, seviyor (?) ve tanıyorsunuz. İşte sanırım bir biyografik filmin başarması gereken bu.
Son 16 yılda sadece dört film çeken Forman bunlardan üç tanesinde biyografik eserler ortaya koydu.
1984 yılında tüm Oscar'ları silip süpüren "Amadeus" dünyaca ünlü bestecinin sapkın ve acılarla dolu hayatını en büyük rakibi, ama aynı zamanda aslında en iyi dostu Antonio Salieri'nin gözünden anlatıyordu.
1989 yılında gelen "Valmont" 'un sanatsal ve gişesel başarısızlığı ,ki "Les Liaisons Dangereuses" adlı dünyaca ünlü eserin ( bizde bilinen adıyla "Tehlikeli İlişkiler" ) Forman yorumudur, zaten çok uzun süreçler sonunda film çeken yönetmeni sinemadan soğuttu.
Tam yedi yıl sonra, aslında büyük yapımcı stüdyolar tarafından ısmarlanmış gibi duran bir filmle, "The People vs. Larry Flint" (1996) ile nefis bir dönüş gerçekleştirdi.
Aslında Milos Forman son iki filmiyle Oliver Stone'un sayısız filmiyle gerçekleştirmeye çalıştığı "60'lı ve 70'li yıllarla hesaplaşma" olayına destek veriyor gibi. Stone filmlerinde genelde Vietnam Savaşı'nı merkeze yerleştirerek toplum tarafından anlaşılmayan, dışarı itilen insanları gözler önüne sererken, Forman aynı dönemin iki tartışmalı kişiliğini mercek altına alıyor.
"Amadeus" 'da Tom Hulce - F.Murray Abraham, "The People vs. Larry Flint" 'da Woody Harrelson ve şimdi Jim Carrey.Milos Forman adamları oynatmasını biliyor gerçekten.
Jim Carrey peşpeşe iki ciddi filmle ( diğeri "The Truman Show" (1998) ) kendini ispatlamaya çalışıyor. Sanırım başardı. Bakalım devamı nasıl gelecek.
Senaryoyu yazan Scott Alexander ve Larry Karaszewski üç tane biyografik filmle Hollywood'da bayağı isim yaptılar. ( diğer ikisi Tim Burton imzalı "Ed Wood" (1994) ve yukarıda sıkça söz ettiğim "The People vs. Larry Flint" ). Sırada kendilerinin yazdığı ve yönettikleri bir film var. Biyografik değil ama bakalım.
Film çok ama çok başarılı.Kimin hayatını anlattığının bir önemi yok.Mutlak surette izlenmesi gereken bir yapıt.