Hesabım
    Paramparça
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Paramparça

    Fatih Akın için yeni bir dönemin başlangıcı mı?

    Yazar: Fatih Yürür

    Söz konusu Fatih Akın sineması olduğunda dürüst bir biçimde, nitelik açısından istikrardan söz edebilmenin giderek zorlaştığını düşünüyorum. “Peki neden istikrar gibi bir arayış içerisindeyiz?” sorusu ise boşlukta öylece salınıyor. Fakat bir de nicelik tarafına uzanmayı denediğimizde son dönemde Akın’ın sinemaya taşıdığı öykülerin sansasyon yükünü görmezden gelebilmek pek de mümkün değil!

    Öyle ki, sinemasal arenada kucakladığı ödülleri politik duruşu ile ilişkilendirenler, bu konuda kendi içerisinde tutarlı çıkarımlarda bulunanların sayısı oldukça fazla. Bir sinemacı olarak Akın’ın “net bir duruş” derdinde olmadığını düşünenlerdenim. Maharetli yönetmenin, politik açıdan durduğu noktayı tartışmak da en az The Cut üzerinde dönen tartışmalar kadar uzun ve kırçıllı olacağından dolayı, sansasyon molasını burada kesmek yerinde olur diye düşünüyorum.

    Akın’ın sinemasında aranan istikrar yukarıda da söyleyebileceğim gibi nitelik açısından değerlendirilmeye alınabilir. Örneğin The Cut sinemasal açıdan da derin sorunlara sahip bir yapımdı. Ardından gelen Tschick / Elveda Berlin ise; yolculuk temasıyla sarmalanmış kanka komedisi kulvarında çok da suya sabuna dokunmadan fakat eğlencesinden de fazla bir şey kaybetmeden seyircinin yüzüne belli belirsiz bir tebessüm kondurmayı başarmıştı.

    Paramparça ise, açıkçası Fatih Akın’ın filmografisi açısından çok da üst düzey bir iş olmamakla birlikte, öyle ya da böyle kendisi için yeni bir dönemin başladığını işaret ediyor. Diğer taraftan da, hasep açısından ibresi sağa sola kayan kendi filmografisinin daha stabil ve sağlam zemin üzerinde durmaya çalışan bir formata büründürmeye çalıştığının işaretçisi adeta!

    Paramparça, özünde yine politik bir omurganın üzerine ete kemiğe büründürülmüş bir öykü. Bir saldırı sonrasında eşi Nuri ve 6 yaşındaki oğlunu kaybeden Katja’nın öyküsü, en kaba tabirle kansız ve şiddetsiz bir vigilante örneği diyebiliriz. Katja’nın adalet arayışını, motivasyonunu; pek çok açıdan Martin McDonagh’ın nefis şaheseri Three Billboards Outside Ebbing, Missouri’nin cefakar annesi Mildred’e benzetmek de mümkün. Katja’nın adalet arayışı sürecinde izlemiş olduğu yol, onu hiç de beklemediği yola doğru sürüklerken; Neo-Nazi terörünün ürpertici tarafı ile burun buruna getiriyor. Katja sevdiği insanların kaybıyla birlikte yitirdiği yolunu yeniden bulmak için, adalet mücadelesi ile motivasyonunu yeniden bulmayı hedefliyor.

    Akın, bir nevi politik doğrunun da doğruluğu üzerine duyulabilecek tüm şüpheleri merkeze alarak, Alman Hükümeti’nin ırkçılık odaklı adalet mekanizmasını deşmeyi hedefliyor. Kürt asıllı Nuri’nin, ofiste uğradığı saldırı sonrasında yaşanan süreç; hem kökeninin gurbette kendisine getirmiş olduğu kısıtlayıcılık, hem şartlı tahliye ile hayata tutunmaya çalışan genç adamın,  geçmişten gelen ithamlar ile birlikte bir ailenin hayatına nasıl kabus gibi çöktüğünü gösteriyor. Akın, kökenler üzerine dönen dezenformasyonu da doz aşımına uğramayacak bir ölçekle izleyiciye servis ediyor. En beylik tabirle dilimize dolanan “sistemin çürümüşlüğü” tablosunu göstermek adına, akla gelebilecek tüm prototipler, filme olması gerektiği biçimde yerleştirilmiş durumda. Tabi buradaki “prototip” kalıbını bir yafta olarak kullanmıyorum. Akın’ın çizmiş olduğu adalet / adaletsizlik tablosu bir dolu haklı, başarılı oksimoron barındırıyor. Beklenildiği gibi karışık, karmaşık ve gerçekten de sinirlerinizi germeyi başarıyor!

    Özellikle mahkeme gerilimi sularını kulaçlayan kısım, Katja’nın dramından kurtulup, temposu yüksek bir gerilim rotası çizmeyi başarıyor. Bu kısım, yıllar içerisinde sinemasal anlamda ne noktada durduğu sık sık tartışılan Fatih Akın’ın kaleminin biraz daha güçlendiğini gözler önüne sermeyi başarıyor. Girizgah kısmındaki ağır dram yükü, filmin ikinci yarısı ile birlikte tempolu bir gerilime doğru direksiyonu kaydırıyor ki, Paramparça’nın öykü bazındaki en önemli artısı da bu manevrayı yaparken kesinlikle yoldan çıkmamış olması. Yine de “mahkeme salonu gerilimi” söz konusu olduğunda yılın en güçlü yapımlarından biri olan Hakaret kadar, sertliğini daha ziyade naifliğinden alan bir yapım da beklememek lazım!

    Konusunun “görünürdeki” ağırlığının altında ezilmeyen, yağ gibi akıp giden bir öyküye ev sahipliği yapıyor Paramparça. Hatta girizgah kısmındaki dram dozajına rağmen, son derece ferah bir manevrayla seyir zevkini arttıran detaylara sırtını dayamayı başarıyor. Katja’nın yoğun trajedisinin yükünü olduğu gibi izleyiciye bindirmiyor.

    Diane Kruger için de ayrı bir paragraf rezerve etmek şart! Abartısız bir biçimde, belki de kariyerinin en etkileyici performanslarından birine imza attığının altını bir kere de ben çizmeliyim… Nitekim bu günlerde haklı olarak pek çok ağızdan bu iddiayı duyacaksınız. Katja’nın yaşadıklarını, tıpkı bir harita gibi Kruger’ın yüzünden okuyoruz desek yeridir. Hatta filmin ön planında yer alan en önemli unsur Kruger’ın kendisi! Diğer taraftan bu derinlikli karakteri, çok katmanlı bir öykünün kalbine yerleştirme konusundaki başarı da Fatih Akın’a teslim edilen “En İyi Yabancı Dilde Film” Altın Küre ödülünün tesadüf olmadığını kanıtlıyor.

    Almanya’nın Oscar adayı olarak da maratonun iddialı yapımlarından biri olarak gösterilen Paramparça, tartışıldığı üzere Fatih Akın’ın “en iyisi” olmayabilir fakat girmiş olduğu bu kulvarın, öncüllerine oranla daha farklı olduğu da su götürmez bir gerçek.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top