Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Özündeki trajik ögeleri ortaya koymasını bilen filmde, bombacının babası rolünde tanınmış Alman aktörü Ulrich Tukur, yabancı kökenli avukat rolünde Denis Moshitto da iyiler. Ama filmin tümüyle ‘ulusararası’ bir düzeyde çalışan oyuncu Diane Kruger’in omuzlarında yükseldiği de bir gerçek. Ve oyuncu belki hayatının rolü olan Katja’da Cannes‘da aldığı değerli heykelciği hak ediyor. Ayrıca filmin Altın Küre’de en iyi yabancı film olarak ödül almasından sonra, iddialı gözüktüğü Oscar’da ilk dokuz film arasına girdiği halde son beşe girememesi, bizim için üzücü oldu. Ne yapalım Fatih, feleğin cilvesi!...
Eleştirinin tamamı için: T24
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
Öte yandan ‘Paramparça’yı taşıyan en önemli unsurlardan biri de Diane Kruger. Alman yıldız anne ve eş olarak Katja’nın acısını, öfkesini, çözümsüzlükler karşısındaki kendince çözümünü çok iyi yansıtıyor (Nitekim gösterdiği performansla Cannes’da ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü kazandı). Kimi eleştirilerden okuduğum kadarıyla Akın’ın filmine ilişkin itirazlar var; özellikle senaryonun zaaflar barındırdığını, inandırıcılıktan yoksun olduğunu iddia edenler çoğunlukta... Ben kendi adıma, adalet mekanizmasını da deşifre etmeye çalışan bu öyküye ve anlatılma biçimine inandım. Zaten Akın’ın akıcı ve seyirciyi içine çekip ana karakterle çarçabuk özdeşleşme fırsatı yaratan rejisi her şeyi hallediyor gibime geliyor. Naçizane kaçırmayın derim...
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
Cumhuriyet
Yazar: Sungu Çapan
Adalet sorgulamasından giderek bir intikam hikâyesine evrilen ve kuşkusuz görüntülerinden diyaloglarına, tempolu anlatımından oyunculuklarına kadar Akın’ın en ilginç ve etkileyici filmlerinden biri olduğu rahatça söylenebilecek “Paramparça”yı yıllar önce “Troyalı Helen” olarak tanıdığımız Diane Kruger’in filmi çekip götüren lokomotif performansı sürüklüyor baştan sona. Fatih Akın’ın 1998’de “Kısa ve Acısız”la başlayan, Altın Ayı’lı “Duvara Karşı”yla taçlandırılıp 2014’teki “The Cut” başarısızlığının yanı sıra “Temmuz’da”, “Solino”, “Soul Kitchen”, “Elveda Berlin” gibi ilginç filmlerle süregelerek şimdilik 20 yıla erişmiş filmografisinin (belgeselleriyle kısa filmleri dışında) onuncu uzun metrajı olan ve siyasal arka planını melez ama kanlı canlı aile portreleriyle zenginleştirmiş bir adalet kavramı çeşitlemesi niteliğindeki düşündürücü hikâyesiyle mutlaka görülesi bir politik dram “Paramparça” özetle. Adalete tüm dünyaca ve milletçe hasret kaldığımız şu günlerde, eğlencelik sinemanın dışına taşan, kesinlikle kaçırılmayacak cinsten, ağır, okkalı bir film.
Eleştirinin tamamı için: Cumhuriyet
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
Özellikle mahkeme süreci, Akın’ın duygusallığının bir yansıması. Kılın kırk yarılması gereken bir davada, sözgelimi apaçık bir yalancı tanıklığın bu kadar kolayca kabul edilmesi, bir senaryo zaafı olarak kabul edilebilir. Ama Fatih Akın’ın asıl amacının yalnızlık, çaresizlik ve adaletsizliğin verdiği acı üzerine bir film yapmak olduğu çok belli... Irkçılık ve önyargıları, Katja’yı saran boğucu bir atmosfer haline getiriyor. Final biraz da o atmosferden kaçış isteğini yansıtıyor. “Paramparça”nın son bölümünde Katja’nın hislerini anlasak da, aklından geçenleri ya da yaptığı planı bilemiyor olmak, son ana kadar “Ben olsam ne yapardım?” diye sormamıza yol açıyor. Belki de bu nedenle finali karamsar ve umutsuz buldum....
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Sözcü
Yazar: Burak Göral
"Paramparça"nın meselesi önemli. Ama maalesef filmde daha önce örneğini çok izlediğimiz bir hikayenin düz bir çizgide ilerleyen, neredeyse tümüyle sürprizsiz bir versiyonuyla sunulduğuna şahit oluyoruz. Halbuki Akın hikayesini çok güçlü başlatıyor, Katja'nın yaşadığı büyük kaybın etkilerini onunla beraber yaşıyoruz adeta. Uzun süren orta bölüm, mahkeme sahnelerinin uzunluğuyla seyircinin ilgisini zedeliyor. Alman mahkemeleri kadar sinematografik de değil üstelik. Olayların beklediğimiz bir rotada ilerleyip sona ermesi de bir başka handikap.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
T24
Özündeki trajik ögeleri ortaya koymasını bilen filmde, bombacının babası rolünde tanınmış Alman aktörü Ulrich Tukur, yabancı kökenli avukat rolünde Denis Moshitto da iyiler. Ama filmin tümüyle ‘ulusararası’ bir düzeyde çalışan oyuncu Diane Kruger’in omuzlarında yükseldiği de bir gerçek. Ve oyuncu belki hayatının rolü olan Katja’da Cannes‘da aldığı değerli heykelciği hak ediyor. Ayrıca filmin Altın Küre’de en iyi yabancı film olarak ödül almasından sonra, iddialı gözüktüğü Oscar’da ilk dokuz film arasına girdiği halde son beşe girememesi, bizim için üzücü oldu. Ne yapalım Fatih, feleğin cilvesi!...
Hurriyet
Öte yandan ‘Paramparça’yı taşıyan en önemli unsurlardan biri de Diane Kruger. Alman yıldız anne ve eş olarak Katja’nın acısını, öfkesini, çözümsüzlükler karşısındaki kendince çözümünü çok iyi yansıtıyor (Nitekim gösterdiği performansla Cannes’da ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü kazandı). Kimi eleştirilerden okuduğum kadarıyla Akın’ın filmine ilişkin itirazlar var; özellikle senaryonun zaaflar barındırdığını, inandırıcılıktan yoksun olduğunu iddia edenler çoğunlukta... Ben kendi adıma, adalet mekanizmasını da deşifre etmeye çalışan bu öyküye ve anlatılma biçimine inandım. Zaten Akın’ın akıcı ve seyirciyi içine çekip ana karakterle çarçabuk özdeşleşme fırsatı yaratan rejisi her şeyi hallediyor gibime geliyor. Naçizane kaçırmayın derim...
Cumhuriyet
Adalet sorgulamasından giderek bir intikam hikâyesine evrilen ve kuşkusuz görüntülerinden diyaloglarına, tempolu anlatımından oyunculuklarına kadar Akın’ın en ilginç ve etkileyici filmlerinden biri olduğu rahatça söylenebilecek “Paramparça”yı yıllar önce “Troyalı Helen” olarak tanıdığımız Diane Kruger’in filmi çekip götüren lokomotif performansı sürüklüyor baştan sona. Fatih Akın’ın 1998’de “Kısa ve Acısız”la başlayan, Altın Ayı’lı “Duvara Karşı”yla taçlandırılıp 2014’teki “The Cut” başarısızlığının yanı sıra “Temmuz’da”, “Solino”, “Soul Kitchen”, “Elveda Berlin” gibi ilginç filmlerle süregelerek şimdilik 20 yıla erişmiş filmografisinin (belgeselleriyle kısa filmleri dışında) onuncu uzun metrajı olan ve siyasal arka planını melez ama kanlı canlı aile portreleriyle zenginleştirmiş bir adalet kavramı çeşitlemesi niteliğindeki düşündürücü hikâyesiyle mutlaka görülesi bir politik dram “Paramparça” özetle. Adalete tüm dünyaca ve milletçe hasret kaldığımız şu günlerde, eğlencelik sinemanın dışına taşan, kesinlikle kaçırılmayacak cinsten, ağır, okkalı bir film.
Habertürk
Özellikle mahkeme süreci, Akın’ın duygusallığının bir yansıması. Kılın kırk yarılması gereken bir davada, sözgelimi apaçık bir yalancı tanıklığın bu kadar kolayca kabul edilmesi, bir senaryo zaafı olarak kabul edilebilir. Ama Fatih Akın’ın asıl amacının yalnızlık, çaresizlik ve adaletsizliğin verdiği acı üzerine bir film yapmak olduğu çok belli... Irkçılık ve önyargıları, Katja’yı saran boğucu bir atmosfer haline getiriyor. Final biraz da o atmosferden kaçış isteğini yansıtıyor. “Paramparça”nın son bölümünde Katja’nın hislerini anlasak da, aklından geçenleri ya da yaptığı planı bilemiyor olmak, son ana kadar “Ben olsam ne yapardım?” diye sormamıza yol açıyor. Belki de bu nedenle finali karamsar ve umutsuz buldum....
Sözcü
"Paramparça"nın meselesi önemli. Ama maalesef filmde daha önce örneğini çok izlediğimiz bir hikayenin düz bir çizgide ilerleyen, neredeyse tümüyle sürprizsiz bir versiyonuyla sunulduğuna şahit oluyoruz. Halbuki Akın hikayesini çok güçlü başlatıyor, Katja'nın yaşadığı büyük kaybın etkilerini onunla beraber yaşıyoruz adeta. Uzun süren orta bölüm, mahkeme sahnelerinin uzunluğuyla seyircinin ilgisini zedeliyor. Alman mahkemeleri kadar sinematografik de değil üstelik. Olayların beklediğimiz bir rotada ilerleyip sona ermesi de bir başka handikap.