Hesabım
    Hizmetçi
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Hizmetçi

    Park Chan-wook, dişten lolipop çıkarıyor!

    Yazar: Fırat Ataç

    Mevzu Park Chan-wook’tan açıldığında ilk akla gelenin önce Oldboy sonrasında da bütününün zirvesini teşkil ettiği İntikam Üçlemesi olması kaçınılmaz. Her yeni filmi ile ilgili ahkam kesmeye başlamadan önce aynı noktadan harekete geçmemizin nedeni  ‘kusursuz’ olarak nitelendirilebilecek üçlemenin kendi içindeki tematik bütünlüğünden çok, devasa bir sinema anlayışının özetini ihtiva ediyor olması. İnce ince inşa ettiği kanalından ayrılmazken otörlüğünü hem daim sağlamlaştıran Park, Thirst, Stoker ve karşımızdaki The Handmaiden’la da gayri resmi bir üçlemenin sularında geziyor sanki. Gotik atmosferlerin erotik soslu psikodrama ile buluştuğu ‘yeni ve eski usül’ Park sineması. İçine bir miktar da ‘coşku’ katıldığında vazgeçilmez hale gelen bir ‘beklenilenin’ tarifi.

    İtiraf etmek gerekir ki ‘The Handmaiden,  Galli yazar Sarah Waters’ın 2002 tarihli Fingersmith romanının serbest bir uyarlaması olacak’ haberini ilk duyduğumuzda içimizde beliren olumsuz merak ‘Victoria dönemi İngiltere’sinde geçen bir periyod hikayesi’ ile Park’ın kan uyuşmazlığı yaşayabileceğiydi. Şu an geriye dönüp baktığımızda ise uzunca bir cümlenin içerisinde geçen ‘serbest’ kelimesinin nelere kadir olabildiğini daha net gözlemleyebiliriz. Tüm olan biteni Japon cuntası altındaki 1930’lar Kore’sine aktaran Park, Stoker’da yaşadığı ‘deplasman kısırlığını’ cesaret dolu bir hamleyle bertaraf ediyor böylelikle.

    Yüksek mertebeli bir dolandırıcı olan Kont Fujiwara’nın hali hazırdaki planı muhtemel mirası dudak uçuklatan Leydi Hideko’nun gelecekteki mal varlığına konmak. Hideko’nun neredeyse hapis olduğu malikanedeki  günleri, sapkın amcasının porno literatürünü aristokrat ziyaretçilere okumakla geçiyor. Yeğenini bunun için eğiten amcanın uzun vadeli planı ise bir gün Hideko’yla evlenmek. Kısacası Kont’un karşı cinsle ilişki konusunda tecrübesiz olan Hideko’yu kendine kolayca aşık edebileceğine dair tarifsiz bir özgüveni var.

    İlk hamlesi bir yankesici olan Sook-Hee’yi köstebeği olarak ‘özel hizmetçi’ sıfatıyla malikaneye sokmak. Bilgiler akacak, Sook-Hee, Kont’un ne kadar ‘harika bir adam’ olduğundan bahsedip duracak, yalnız ve mutsuz Hideko da Kont’un ziyaretlerine ‘özgürlüğe yelken açmaya hazır’ bir kadın olarak hazırlanacak. Hesaba katılmayan şey ise Sook-Hee ile Hideko arasında başlayan karşı konulamaz çekim.

    Hikayesini yavan başlıyor gibi dursa da twistlerin hınzırlaştırdığı üç ana katmanda anlatan Park Chan-wook, Sook-Hee’nin bakış açısından girdiği filmde hikaye anlatıcılığı gücünün seyirciyle nasıl oynayabileceğine dair örnekler sunuyor. Bir yönetmenin yapabileceği bütün doğruları teker teker sıralayarak karakter değiştiriyor, daha önce izlediğimiz olayları tekrar ederken ‘tekrar hissine kapılmamızı sağlamadan’ boşlukları dolduruyor. Geriye dönüşlerin akılcı kullanımı, kurgudaki kusursuzlukla birleşiyor. Katmanların kullanımı hem teknik açıdan ders niteliğinde hem de sadece oyunbazlığa hayran kalmamıza değil karakterlerin gelişimini anlamamıza da destek veriyor.

    Hideko’nun perspektifine geçtiğimiz anda midemize inen yumruk, aynı karakterin kendi hikayesi içerisinde verdiği farklı reaksiyonları izlemeye başlamamızla değerleniyor. Düşmesi kaçınılmaz olan enerjiyi alamet-i farikası olan kara mizahla ayakta tutan Park, ilk etapta anlamsız ve ucuz gelebilecek hamleleri, hikayenin tümünü düşündüğümüzde ‘olmazsa olmazlar’ arasına sokuyor. Karanlık tonu hafifletmek, bunu uzun vadeye yayacağını sandığınız anda acımasızlaşmak kendisinin en iyi bildiği iş.

    Tematik olarak da kompleks bir hikayeye sahip olan The Handmaiden, dönemin toplumu üzerinden kadın ve alt sınıfa karşı takınılan zalimce küçümsemeye eğiliyor. Kont ve amca karakterlerinin Sook-Hee ve Hideko’ya yaklaşımındaki iğretilik, peyderpey büyüyen bir feminist intikamın fitilini de ateşliyor. Bu noktada ‘her zamanki işgüzarlıkla’ tepki homurdanmalarına sebebiyet veren erotik tona karşı koruma içgüdümüz evreye giriyor.

    Seksüel haz konusunda mahrumiyet bölgesinde olan iki kadının yaşadığı lezbiyen romantizmini anlatırken, kadın dayanışması ve kimlik keşfetme meselelerini atlamayan The Handmaiden, her erotik anına anlam ve güzellik katabilme becerisine sahip. İster para ister sadomazoşizm sayesinde olsun ‘sesleri kesilen’ ana karakterlerinin kimilerine istismar kimilerine ise isyankar gelebilecek sevişme sahneleri, ihtiva ettiği akıl almaz kimya ve duygusal yoğunlukla tartışmasız ikinci kategoriye giriyor. Tabi ki izlediğimiz bir Park Chan-wook filmi ve yönetmen kendi varoluşunu inkar etmeden durumu bir güzel estesize ediyor.

    ‘Erkek fantezisi olma’ tuzağına düşmeyi ön yargısız gözlerde bertaraf etmeyi başaran The Handmaiden, tüm bu estetik haz esnasında bile her şeyin birleşen vücutlar, orgazmik inlemeler ya da dişin arasında kalmış bir lolipop parçasının çıkarılmasına etki katan ustalık gösterisi olmadığına inandırıyor bizleri. Ana çıkış noktası ‘tahrik’ olan erotik gerilim türünü her planı dikkatle izlenmesi gereken görsel bir mükemmelliyete vardırıyor. Hideko’nun amcasının topladığı insanlara okuduğu hikayeler ile Park’ın bize aşkı anlatmasının ortak noktası, içerdikleri hipnotize edici etkide yatıyor.

    Park Chan-wook’ın son başyapıtı, yarı İngiliz yarı geleneksel  Japon tasarımı malikaneyi başlı başına bir karakter olarak sunmasının yanı sıra, sinematografide her zaman birlikte çalıştığı Chung Chung-hoon ve prodüksiyon tasarımı konusundaki ‘aşırı’ nitelikli emeklerle sıfatını hakediyor. Cinsel kimlikler arasındaki savaş, kimi zaman şiirsel, kimi zaman erotik, kimi zaman da barok bir fantezi olarak vücut buluyor. Haklı sebeplerle duygusallık ve seksin kadının güdümünde olduğu ‘ deli işi bir aşk hikayesi’ The Handmaiden…

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top