Hesabım
    Ölüm Kampı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Ölüm Kampı

    Ormanda ecinni var!

    Yazar: Atlantisten Gelen Adam

    “Kurallara uymayan gençlerin cezalandırılması” temalı on yüz milyon civarındaki “kamp ateşli” korku konseptli filmler silsilesine bir tane de Belçika yapımı “Ölüm Kampı” adlı bu film de katılarak mekansal açıdan ucuz ve pratik, içerik açısından az zahmetli ve risksiz filmler yığınına Avrupa’dan bir farklı tat katabilme kaygısıyla dahil olmuş oluyor.

    Özellikle “Blair Cadısı Projesi” filminin akılalmaz başarısı sonucu, doğalında gelen ticari patlama, genç yönetmenler nezdinde iflah olmaz bir iştah yaratımı ve buna bağlı bir film projeleri enflasyonunun dünya çapında bir türlü dizginlenememesi sorunsalıyla karşı karşıyayız; ormanlar yeniden ve tekrardan keşfedile keşfedile, ecinniler ve şehir efsaneleri parlatıla parlatıla yeni ve özgün korku filmleri oldurulmaya çalışılıyor genellikle de sonuç hüsran oluyor. Her ne kadar girişiyle kısmi sarsıcı bir etkide bulunarak belli bir özgünlük yaratma çabasıyla beni ilk etapta heyecanlandıran bu film, konu geliştikçe sağlamcı olmak adına yönetmenin kullandığı klişeler bütünü ile sarsıcı olmanın fersah fersah ötelerine düşüyor; ama projeci yönetmen bu konuda ne kadar kaygı taşıyor bunu şimdilik kestiremiyorum.

    Zira insana dair en büyük gizemleri içinde barındıran “karanlık ormanlar”, cinler, periler ve ecinniler, yerli yabancı her türden “freak”, bir şekilde korku hazzını tatmaktan ısrarla geri durmayan ortalama seyircide her daim karşılık buluyor ve kolaycılığa endeksli yeknesaklık kendini yeniden üretip, şekil değiştirerek, biraz ondan biraz bundan kes-yapıştırcılığıyla beyazperde’lere sıkıcılık yansıtmaktan geri kalmıyor.

    Canavarlar, freakler, toplum dışı ve “medeni dünya”yı oluşturan kapitalist toplumun değerlerine karşı duran “öteki”ler, ezilmişler her türlü kötücüllüğü bünyelerinde barındırarak –bu kötücüllüğü 8-12 yaşlarındaki çocukların, hayvanların, zavallı orman işçilerinin bünyelerinde barındırması tabii ki asla sorun değildir- bizleri dehşete düşürme klişelerini birer birer sahnede izleyiciye sunuyor; işte kısa filmleriyle ve televizyon sektörüne yönelik işleriyle tanınan Jonas Govaerts'in ilk uzun metrajlı projesi olan bu film de, faşizan oymak başları, birbirinden tuhaf izci karakterleri arasında “öteki” olarak dışlanmış 12 yaşındaki Sam'in, ormandaki kabusla yüzleşmesini ve o kabusun ta kendisine dönüşmesinin sorunlu hikayesini bizlere sunuyor.

    İşini-bilir Govaets, bu sunumu hazırlamadan önce hummalı bir çalışma yaparak filmin bütçesini internet üzerinden bağışlar yoluyla oluşturmuş; doğrusu takdir edilecek bir çaba. Ancak bireyler üzerinde kurulan kontrol mekanizmalarına dair eleştirel yaklaşımları perdeye yansıtma ve filmle bağışta bulunan gönüllüleri tatmin etme bab’ında Govaets’in devam filmlerinde sorun yaşayacağını düşünüyorum. Çünkü büyük sinemacı Hitchcock’un kulaklara küpe olsun diye telakki ettiği “Filmin kötü kişisi ne kadar iyi işlenirse film o kadar iyi olacaktır” saptaması Ölüm Kampı’nda karşılığı olmayan bir söz öbeği olarak anlamsız kalıyor çünkü bu filmde ne iyi ne de kötü derinlikli bir dışavurum ile izleyiciye sunulmaktadır. Hal böyleyken, inanın filmin yönetmenine Katalan Film Festivali’nde “en iyi yönetmen ödülü” verilmesinin şifresini çözebilmiş değilim.

    Ölüm Kampı haftanın gore, istismar, kan, tuzak ve orman ateşli kontenjanından bir gerilim filmi, bir iki sahnede eşyanın tabiatı gereği seyirciyi elbette ki hoplatacaktır ama korku beklentisi, sinemasal gerçekçilik bağlamında Blair Cadısı’nın yanına bile yaklaşamayacağını not düşmek isteriz.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top