Yolunu kaybetmiş bir Sonbahar hikayesi!
Yazar: Banu BozdemirÖzcan Alper’i üniversiteden tanıyorum, hepimiz ülkenin muhalif çocuklarıydık, eylemlerde bir araya gelirdik… Şimdi yıllar sonra baktığımda aynı muhalif çizgiyle hayata bakmaya devam ediyoruz. Alper Karadenizli olduğundan dolayı içinde ve filmlerinde doğadan büyük bir parça taşıyor. Doğayı politik bir imge olarak filmlerinde baş tacı ediyor. Bunun en başarılı örneği ilk filmi Sonbahar’dı. Çünkü orada büyük politik söylemlerin arkasında biten bir doğa algısı yoktu, tam tersine doğa hepimizin yaralarını sarmaya çalışan bir merhem gibiydi, çabaydı, umuttu. Ama devrimci olmak belki de hep hüzünlü olduğu için gürül gürül doğanın içinde yitip giden bedenlere çeviriyor yüzünü Alper. Üç filminin ortak özelliği de bu, yitip giden canlar ve onların hatıraları!
İkinci filmi Gelecek Uzun Sürer’in politik taraf tuttuğunu söyleyen oldu, neden politik taraf tutmanın beğenilmediğini de anlayamam. O da her konu gibi çeken kişinin bakış açısını ortaya koyar, önemli olan o meseleye nasıl baktığından çok nasıl anlattığı. Gelecek Uzun Sürer’in hatası belki de şuydu, doğu kültürünün izini sürmeye çalışan filmin bunu yeterince tatmin edici yapamamış olması. Yani Kürtleri anlatan filmin Kürtleri de tatmin edememesinden kaynaklı. İyi niyetli bir çaba bazen bakış açısından çok anlatım eksiklikleri nedeniyle eriyip gidiyor. O yüzden Rüzgarın Hatıraları hepimiz için önemliydi. Bu kez Ermeni tehcirini, İkinci Dünya Savaşı’yla birleştiren Alper yine yakaladığı güzel konunun etrafını çepeçevre saramıyor, kuşak sıkı olmadığı için bir yerden sonra çözülüyor ve akışı görüntülere kaptırıyor. Oysa bir kaçış öyküsünün daha çetrefilli, daha kuşatmacı belki de dayatmacı olmasını bekliyor insan. Ama Alper fazlaca sanatsal bir kişilik olan Aram’dan bir mücadele adamı yaratamıyor. Mikail ve Meryem arasındaki sorunlu ve zorunlu ilişkinin arasına sıkıştırıveriyor Aram’ı.
Oysa çocukken annesini kurtarmak için gözünü karartan Aram’ı da gösteriyor bize! Ama hikayenin Karadeniz ormanlarında yolunu kaybetmiş bir Sonbahar tadına dönüşmesi açıkçası o gözüpek Aram'ı örseliyor. Sonbahar’da ölümü bekleyen adam modeli burada ölümden kaçmak için yola çıkan ama sonrasında amacını unutan bir figüre dönüşüyor. Alper’in filmlerinde muhalif bir taban olduğu için karakterin güç olarak tavan yapmasını bekliyorsunuz ama Alper bir şekilde onları duygusal güçsüzlük noktasına taşıyor, buna rağmen kadınları daha güçlü resmettiğini söylemek mümkün. Kadının güçlü olmasına itirazım olamaz ama devletin ya da sistemin ezdiği erkek karakterlerin toparlanamamış iç dünyalarında kaybolup gitmek de üzücü... Alper egemen gücün insanlar üzerindeki baskısını bu şekilde resmetmeyi tercih ediyor olabilir ama baş karakterin güçsüz ve umutsuz hali hikayeyi maalesef aşağıya doğru çeken bir unsur!
Filmde yine görüntüler hikayenin önüne geçiyor, zaten bu çaba 52. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde en iyi görüntü yönetimi (görüntü yönetmeni Andreas Sinanos) ödülüyle taçlandırıldı. Özellikle resimlerle, metinlerle yapılan geçmişe dönük hatırlatmaları çok başarılı buldum. Aram’ın çocukluğuna ilişkin travmaların yansımasıyla yaşadıkları zorlukların üzerinden hafifçe geçiyor yönetmen ama bunu ya sanatsal ya da başka kaygılardan dolayı o kadar soft yapıyor ki etkisini yaşatamıyor. Acıyı kara kalemle hatırlayan Aram’ın gerçek hayatını sulu boyayla renklendirmeye çalışıyor adeta. Yani solukluk var hikayede, karakterin hikayesinde. Yoksa eli yüzü düzgün bir kaçış hikayesi ama anlattığı konuya soluk katamıyor, Aram’ın soluğu çabuk kesildiği için bizde de ilgi kaybı oluşuyor. Bu da rüzgarın getirdiği hatıraları fazlaca hissettiremiyor. Keşke hem politik hem de Aram’ın kişisel yolculuğu olarak daha etkili olsaydı, bunu çok isterdim kendi adıma…
twitter.com/BanuBozdemir