Umduğumuz değil bulduğumuz...
Yazar: Ali ErcivanMehmet Eryılmaz'ın 2007 yapımı Hazan Mevsimi'nden sonraki ilk yönetmenlik denemesi Misafir, kovulduğu baba evine seneler sonra dönen Nur'un öyküsünü anlatıyor. Annesinin hastalığını öğrendikten sonra beş-altı yaşlarındaki kızıyla birlikte ziyarete gelen Nur için sarsıcı ve güç bir süreç bu. Çünkü o evdeki anıları tacize kadar uzanıyor.
Nur'un kızını da alıp yola düşmesiyle başlıyor film. Bu yolculuk çok da güçlü bir açılış malzemesi sayılmaz çünkü görsel referanslardan anlayabildiğim kadarıyla Gebze'den İstanbul'un merkezine doğru bir yolculuk sadece bu... Nur aralarındaki aşılması kolay mesafeye rağmen ailesiyle on yıldır görüşmemiş. Çocuğu o yaşına kadar dayısını bile görmemiş. Öyle bir kopuş var ortada. Annesi altı yedi aydır hasta ama Nur'a ya çok geç haber verilmiş ya da daha önce eve dönüp annesine bakmayı düşünmemiş. Kendisini evden kovan annesine kırgın ama annesinin sadece onu korumak için bunu yaptığını henüz bilmiyor.
Misafir ne kadar beklesek de bize hiçbir noktada Nur'un o evde başına gelenleri açıkça söylemiyor, göstermiyor. Esas meselelerin hep etrafında dönüyor. Sadece imayla yetiniyor. Olabilir. Bu anlatıcının tercihidir. Ne olup bittiğini, her şeyi en sert ve çıplak haliyle görmeden de anlıyoruz zaten. Ama Eryılmaz bazı şeyleri de o kadar muğlakta bırakıyor ki mesela Nur'un erkek kardeşi Nuri'nin bütün o geçmiş hikayesiyle bağını kuramıyor. Nuri, ablasının başına gelenleri biliyor mu? Biliyorsa, yaşananlar anne ve babasıyla ilişkisini nasıl etkilemiş? Kendisi de bir taciz kurbanı olabilir mi? Bu sorular ister istemez insanın zihninde canlanıyor ama film bu sorularla ilgilenmedikçe soru işaretleri kaybolmak yerine daha da büyüyor.
Ayrıca Mehmet Eryılmaz esas meseleye girmedikçe pazarcı babanın borçları, icra dertleri gibi ana konuyla ilgisiz görünen başka gündelik temaların içinde kayboluyor gitgide... Tepenin Ardı tarzı, seyircinin ne zaman patlayacağını diken üstünde beklediği bir gerilim yok ortada. Vizyondaki Ana Yurdu tarzı bir aile içi çatışma da bir türlü vücut bulmuyor. Oldukça statik, tansiyonsuz, ne yazık ki ruhsuz bir akış içinde ilerliyor Misafir.
Her şeye rağmen iyi kötü bir gerçeklik duygusuna tutunabiliyorsa, bunu da ellinci dakika civarında karşımıza çıkan müzikhol sahnesiyle yerle bir ediyor yönetmen. İstanbul'un varoşunda yaşayan, biri pazarcılık yapan iki kardeşin katıldığı Türkçe tango dinletisi bir anda işi fantastik bir çizgiye çekiyor sanki. Hiçbir gerçekliği olmayan ve oldukça amatörce kurulup çekilmiş bu sahne, o ana dek tanıdığımız karakterlerle de hiçbir şekilde bağdaşmıyor. İzahata muhtaç bir sahne bu. O karakterlerin öyle bir ortamda ne işi var? Zaten öyle bir konser hangi gerçeklikte veriliyor ve bu filmin orta yerinde neden böyle bir sahne izliyoruz, bunları anlayabilmek mümkün değil.
Her anında klişelerle ve kitabi diyaloglarla ilerleyen Misafir maalesef ne bir sinema duygusu geçirebiliyor ne de sahicilik hissi... Vizyonda kadın öykülerini kadın sinemacıların elinden, gözünden anlatan gayet iyi filmler varken, Mehmet Eryılmaz'ın Nur'un hayatına ve çevresine bakışı oldukça yapay ve kuru ne yazık ki...
twitter: aliercivan