En yararlı eleştirilerEn yenilerEn çok eleştiri yazmış üyelerEn çok takip edilen üyeler
Filtrele:
Hepsi
Amir Han
Takipçi
452 değerlendirmeler
Takip Et!
4,0
3 Aralık 2017 tarihinde eklendi
Semih Kaplanoğlu'nun üçlemelerini izlemiştim. Bu film her ne kadar post apokaliptik tarzda çekilmiş olsada jenerikte onun ismini görmesek de onun çektiğini anlıyabiliyoruz. Kendine has bir çekim tekniği var. Bu filmde hikaye olarak sanki bir Hızır ile Musa durumu var. (Cemil ve Erol'un yolculuklarında). Film; doğanın bitirildiği noktada iki bilimadamının yeniden insanoğlunun yaşamsal yiyeceği olan tahıllardan buğdayın tekrar devreye sokulmaya çalışıldığı sekanslardan oluşuyor. Film yavaş tempoda ilerliyor fakat anlatmak isteğini izleyiciye aktarmada bir sıkıntısı yok. Tahıl ve et üretiminde kendi kendini besleyebilen bir ülkeyken şimdilerde ithalatla kendimizi besleyebilme konumuna düştüğümüz şu günlerde bu film daha bir ilgi çekici ve ibretlik. Mutlaka izleyin toprağın ve tohumun önemini kavrayalım.
İçinde gizli birşeyler var.Sonsuza kadar izleyebilirim gibi geldi...Bıkmadan usanmadan yorulmadan. Dinimiz ile mesafesi olmayanların mutlaka gitmelerini öneririm.
Semih Kaplanoğlu'nu, senarist eşi Leyla İpekçi'yi ve tüm ekibi Türk sinemasının hayli üstündeki bu filmi sinemamıza kazandırdığı için kutlarım. Türk sineması içerisinde üretilmiş bir filmden ziyade Tarkovski ve benzer sinema anlayışındaki yönetmenlerinin filmlerini andıran, yıllar geçse de etkisini yitirmeyeceğini düşündüğüm bir başyapıt olduğu kanaatindeyim. Zira Andrei isimli karakter ile hem Tarkovski'yi selamlıyor hem de Yuşa'yı. Yusuf üçlemesini izlemeyenlerin de yönetmenin dünya görüşünü, sanat anlayışını rahatlıkla anlayabileceği yahut izlemiş olsa da anla(ya)mayan kitlenin yakalanabileceği bir film olmuş. Saf tohumun peşinde hem ölü topraklara hem de kendi içlerine doğru yürüyen iki kişinin yolculuğunu anlatan filmde Kaplanoğlu, geçmiş filmlerine kıyasla seyircinin zihninde tamamlanması istenilen kısımları az tutmuş. Filmi uzun süredir bekliyordum, yüksek tuttuğum beklentimin bir an bile altına inmedi. Ardında inanılmaz iyi ekibin varlığı aşikar. Ancak (spoiler vermek istemediğim bir yerde) çatışmaların seyirci gözüyle biraz daha uzun tutulmasını isterdim. Yönetmen söyleşisinde duyduğum kadarıyla bu planlar çekildikten sonra Kaplanoğlu kullanmak istememiş. Saygı duyarım; filmin çekilene dek yönetmeninin, çekildikten sonraysa seyircisinin elinde olduğu kanaatindeyim. Filmin ilk yarısı, yakın ve belirsiz bir gelecekte yaşamın yok oluşa doğru sürüklendiği dış dünyadan karakterin iç dünyasına yolculuğunda ona eşlik edecek bir rehber arayışını ele alırken ikinci yarısında ise yolculuğuna eşlik edecek rehberi bulması, geçirdiği menkıbeleri ve öze varışını ele alıyor. Film her ne kadar tasavvuf konulu olsa da bir inancı olsun olmasın her insanın kendini aramak ve bulmak arzusunda olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda film belli bir kesime mal edilemez bilakis tüm insanlığın ortak filmidir. Konunun evrenselliği siyah beyaz çekimlerle desteklenmiş ve tek dili, İngilizceyi konuşmaya doğru giden bir dünyada film dili de İngilizce seçilmiş. Film boyunca basamaklar emin adımlarla çıkılıp final sekansında doruk noktaya ulaştırılmış. İyi müziklerle (genellikle doğadaki müzikle) doğru replik ve diyaloglarla, seyirciyi görsel ve fotoğraf sanatının estetik şölenine, kendi öze varışına doğru yola çıkarıyor. Adeta seyirciyi sorgu odasına alarak, içsel bir ayna görevi görüyor; nefes mi buğday mı sorusunu yöneltiyor. Kısacası güçlü önermeleri ve başarılı senaryosu olan, insan-doğa diyalektiğinin bulunduğu, metaforlarla çevrili, metafizik ilim-bilim konulu, sinematografik açıdan da oldukça iyi Buğday'ı izlemenizi öneriyorum. Kaplanoğlu'nun sorusuyla noktayı konuyorum. "Dünyaya düşen insanın/insanlığın tohumu kendi içimizi temizlemeden yeşerebilecek mi? Bu yolculuğun son bir durağı var mı?"
Semih Kaplanoğlu' nun yedi yıl sonra çektiği Buğday (Grain) filmi, ele aldığı konu itibariyle post-akopoliptik bilim-kurgu türe yakınlığı olması ve İslami referansların, tasavvufi yaklaşımın işlenişi ile benim için Türk sineması adına şimdiden milat bir filmdir. Ülkeler arası sınırların artık olmadığı, büyük şirketler tarafından korunan topraklar ve dışında kalan ölü topraklar olarak ayrımlaşmanın yaşandığı, teknolojinin oldukça ilerlediği belli olmayan bir zamandayız. Verimli topraklar toplanıp belirli alanlarda korunmaktadır ve buralarda ekin yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu ekin alanları çok büyük elektrik kuleleriyle korunmaktadır. Alanın dışı ise, insan dışı canlı varlıkların yok denecek kadar az olduğu, asit yağmurlarının yağdığı, salgınların ise kol gezdiği bir dünyadır. Yönetmen günümüz dünyasının en büyük tehlikelerinin gerçekleştiği bir dünya kurarak bu tehlikelerin ne kadar ciddi bir boyuta ulaşabileceğini gösteriyor. Açılışla beraber kurulan atmosfer ve görüntü yönetimi oldukça üst düzey. İncelikli bir iş olarak sizi hemen etkisi altına alıyor. Şirketin profesörlerinden Erol, her seferinde başarısız olunmasından, başka bir anlam çıkararak, daha önce bu konu ile ilgili tez yazan Cemil' i bulmak için ölü topraklara yolculuğa çıkıyor. Bu yolculukla beraber film başka bir türe evriliyor. Bilim-kurgu olarak akan hikaye, içsel bir arayış hikayesine dönüşüyor. Kuran-ı Kerim' de yer alan Kehf suresinde geçen Hz. Musa ile Hz. Hızır' ın kıssası üzerinden ilerleyen hikaye, anlatımı ve biçimi olarak kendine has bir özgünlüğe sahip. Tabiki burda Kaplanoğlu' nun özgü stili kendini belli ediyor. Tarkovsky' nin Stalker filmi ile benzerlikler bulunması ve filmde geçen karakterlerden birinin isminin Andrei olması da yönetmenin hayranlığının bir göstergesi. Kıssada geçen tüm olayları hikayeye göre izliyoruz. Bir nevi derviş yolcuğu da diyebiliriz. Erol bu yolda Cemil' in mürşitliğinde seyri sülük ediyor. En belirgin anlatım dergah sahnelerinde yer alıyor. Hakikata ulaşmak - filmin içinde M maddeciğine - için insanın kendini araması, buğdayın içindeki çizgi misali her şeyin birliğe ulaşması gibi tasavvufi söylemler somut bir şekilde karşımıza çıkıyor. Soyut olarak yer alan söylemler ise seyirci tarafından bulunmayı bekliyor. Filmin siyah beyaz olarak çekilmesi, farklı soylardan insanların filmde yer alması, film dilinin ingilizce olması biçim bakımından filme pozitif etki ediyor. Filmin tüm seyircilere hitap etmemesi ise en büyük dezavantajı olarak görülebilir. İnanç olarak zayıf kişiler ya da inançsız kişiler filme zaten bir önyargıyla yaklaşacaktır ki inanç konusunda kendilerine yapılmış bir müdahale gibi gelecektir. Bu nedenle o grubu içine çekememesi o gruba hitap edememesi eksi yönü. Semih Kaplanoğlu' nun filmografisi içinde yer alan bu inanç meselesi genellikle hep bulunmayı beklerdi fakat Buğday ile artık gözümüzün önünde. Belki birçok seyirci bu parçaları bulmayı yeğleyebilir ama kendi açımda bunu göz önünde izleyip tasavvuf metinlerini arayıp bulmak daha hoşuma gitti. Buğday' ı kesinlikle izleyin. mumillica.net
Tarkovski sosuyla bulanmış,İslami sembol ve tasavvufi/mistik bir hava içinde seyircinin manevi dünyasını biçimlendirme kaygı/telaş ve çabası içinde olan ve bundan dolayı da izleyiciye sürekli didaktik/buyurucu lakin doyurucu olamayan bir içeriğe sahip olan vasati bir yapım 6/10
Buğday-Grain her iki dilde de belki tüm dillerde söylenişi ağır kelime. Belki kainatın en küçük yapı taşı değil ancak insanın özüne işlemiş tanecik... "Anlatıyorum hiç konuşmadan Buğdayın içini dökmesi gibi…" Eline aldığında bir çok şey anlabilir ya da bir çok şeye susabilir buğday. Semih Kaplanoğlu'nun sanat filmi "buğday" güzel bir film olmuş. Filmin yakın bir gelecekği anlatmasıyla siyah beyaz olması düşüncemizde bir zıtlık oluşturarak başlıyor. Doğal toğumların kaybedilmiş olduğu zamanda yaşam sürmektedir. Doğadaki ilk toğumla milyarlarca yıl sonra gelmiş toğum arasında bir bağ vardır ve insanların genetiğini değiştirdiği ya da laboratuar ortamlarında "yaratığı" toğumlar bir türlü bu yaşam zinciri oluşturmamaktadır. İnsanlığı vuran bir afetle de toprağın çoğu zehirlenmiş ve insanlar belirli bölgelerde seçilerek hayatta kalma mücadelesi vermektedir. İki bilim adamının insanlığa umut olma çabasıyla başlayan hikaye sığ düşüncelerde distopya bir dünya filmi gibi gelse de film geçmiş ve geleceğin, insan ile evren arasındaki bağıntıyı anlatmaktadır. Hz. Musa ve Hz. Hızır arasında geçen anekdot filme içerisine iki bilim adamın temsil edilmiş. Bu da bizim olduğumuz zamandan bakarsak geçmiş ve gelecek arasındaki bağlantı olarak görülebilir. Tarihte geçen hikayede "hikmet" yani Allah'ın bilmesi işlenmiştir. Bu noktadan düşündüğümüzde doğal olanda her zaman bir hikmet barındırğına ulaşabiliriz. Nitekim Filmde insan kısıtlı bilgisiyle oluşturduğu dünya yok olmanın eşiğine gelmiştir. Tanrı parçacığını aradığımız ve bulduğumuzu zannettiğimiz şu yıllarda filmde "insan parçacığı" terimi geçmektedir. Yani kainattaki her şeyin temelini oluşturan tanrı parçacığına karşı aslında kainatın insan parçacığı üzerine kurulu olduğu fikri. İnsan müdehale ederek bozduğu her şeyde aslında kendini bozmaktadır. İnsanın bozulması kainatın temel parçasının bozulması anlamına gelmektedir ve bunun sonucu filmde görülmektedir. Film tüm bunları buğday ile anlatabilmiştir. Atmosferi ve metaforlarıyla sanat filmi olarak kabuğunu doldurmaktadır. Oskar alması önemli değil ancak bence oskar tarafsızsa oskar alacağından emin olduğum bir film.
Yıllar önce izlediğim bir filmden sonra uzun bir süre koltuğumdan kalkamadığımı hatırlıyorum. O "inanmışın",bilinmez hakikat yoluna bir bilim adamı ve sanatçıyla çıkışı ve geleneğin "tarik" dediği yol kavramını bize tekrar hatırlatması beni kalbimden vurmuştu.Üstat Tarkovsky'nin, Stalker'ından bahsediyorum.Cesaret ve samimiyetle eğildiği bilim, kültür, inanç bermuda şeytan üçgenini başarıyla kotarıp, efsane statüsünü aldığından beri, sancak hep el değiştirmeyi bekliyordu.
Ve çok şükür ki yıllar sonra o sancağa el, bu topraklardan uzandı. Yine bir yol hikayesi, yine bilim adamı şüpheciliği ve yine katıksız bir iman başkaldırısıyla Semih Kaplanoğlu elini kaldırarak bir nevi "Ben buradayım" dedi.
Holywood'un "dünyanın sonu geliyor" diyerek alıştırmaya çalıştığı ve aslında biraz dikkatli gözlerin, bunun Amerika'nın sonu olduğunu çok net gördüğü hikayelerine nasıl Lars von Trier, Melancholia ile meydan okuduysa, Semih Kaplanoğlu bir adım daha ileri giderek, belki bazılarının ağızlarının tadını kaçıracak çözümü de sunuyor. Bozulan dünyanın tedavisinin bir nevi "tohuma" inerek, kadim geleneğin köklerine el atarak bulunabileceğini savunan ve bu mesajı kendi özgün diline bağlı kalarak verebilen yönetmen, filmin senaryosunu da katkısı olan eşi Leyla İpekçi'nin de etkisiyle İbni Arabi Hz.'lerinin ruhunu, Yunus Emre Hz'lerinin maneviyatını ve biriciğimiz Kuran'ın ayetlerini kendine mihmandar yaparak bize "muhtaç olduğumuz kudreti" çok net işaret ediyor.
Teyemmümün hikmetini,toprağın temizleyen gücünü gösteren ve bence sinema tarihine girmeyi hak eden sahnesini mi? Kızın, asırlardır yanlış cevabı verdiğimiz soruyu sorarken ki bilgeliğini mi? Karıncaların her dönem ve her yerde hayat belirtisini gösteren mucizesini mi? Yoksa "Sen bu yolculuğu benimle yapamazsın" sözündeki kerameti mi?....
Buğday aynen Stalker'da olduğu gibi üstüne konuşuldukça konuşmayı isteyeceğiniz fakat konuştukça büyüsünün azalmasından da korkacağınız bir film.
Bize ve sinemamıza uzun zamandır hasret olduğumuz bir dil öneren Semih Kaplanoğlu'na Allah razı olsun diyor ve bu filmi mutlaka sinemada izleyin diyorum.
Mistizm ,küresel iklim kırizi iç içe.HZ Musa'nın peygamberliğimden kesitler sanki Mehdi gelecek ve iklim krizine çözüm vari yaklaşım.Yüceltilmeye çalışılan tekke vb unsurlar.Tanrı inancı kuvvetli biri olarak çok kötü bir film.
Film görüntü kalitesi ve teknik açıdan çok iyi. Ancak filmin konusu başta ekosistem, tabiat, GDO, insanın, tabiatın dengesini bozma/sonunu getirme pahasına yaptığı müdahalelere eleştiri gibi görünüyor ancak daha sonra işin rengi değişiyor. Film; insanın tabiata ölçüsüz müdahelelerinin sonuçlarına distopik bir bakış açısıyla başlarken Hızır (a.s) kıssasıyla devam ediyor ve sonra birden tarikat/türbe yönlendirmesine dönüyor. Açıkça insan kendisini tuzağa düşürülmüş gibi hissediyor. Ve bu da hiç hoşuma gitmedi. Ha tarikat/mezhep filmleri yapılamaz mı; yapılır, yapılabilir. Düşünce, fikir, inanç hürriyeti kapsamında meşru sınırlar dahilinde tabi ki yapılır. Ancak bu şekilde tuzağa düşürür gibi, üstü örtülü yönlendirme yapıyor gibi değil. Bu yüzden merak ederek gittiğim filmden hayal kırıklığıyla çıktım. Bir de film için “Milli Film(!)” deniyor; ama oyuncular yabancı ve film İngilizce çekilmiş?!...
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.