Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Sabah
Yazar: Olkan Özyurt
Kaplanoğlu Buğday'da Türk sinemasının birikiminin üstüne çıkan bir atmosfer kuruyor (görüntü yönetmeni Giles Nuttgens ve sanat yönetmeni Naz Erayda çok başalı bir iş çıkarıyorlar) filmde. İlk bölümünde anlatım olarak akıcı bir dile meyleden filmde, Erol'un sınırı geçip Cemil'i aradığı noktada, Kaplanoğlu sinemasının hem anlatı hem de görsel olarak özgün kodları karşımıza çıkıyor. Açıkçası bu yolculuğun Erol'un içsel yolculuğuna dönüşmesiyle film farklı bir düzleme geçiyor ve bildik distopya anlatısından farklılaşıyor. O zaman Buğday'ın dıştan içe, çevreden merkeze ve hatta öze bir yolculuk olduğu anlaşılıyor. Bu yolculukta film, insanın kendi yolculuğuna dair durum tespitler yapıyor sonra da çözümler sunuyor.
Eleştirinin tamamı için: Sabah
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Yine de kolay bir film değil bu... Seyirciden sabır istiyor, yoğunlaşma talep ediyor, gösterilenin gerisindekini kavramak için hayal gücüne başvuruyor. Ancak bunları yapabilenler belli bir keyif alabilir. Finali yorumlamak ise benim haddimi aşar!...O üstten çekilmiş geometrik görüntünün ne anlama geldiğini ilk karşılaşmamızda Semih’e soracağım!.. Ayrıca iki baş oyuncunun, Dr. Erol Erin’de geçmişte Le Grand Bleu- Derinlik Sarhoşluğu, Europa- Avrupa, hepsi Lars von Trier imzalı Breaking the Waves- Dalgalara Karşı, Dancer in the Dark- Karanlıkta Dans, Dogville, Manderlay gibi başyapıtların yıldızı ve Alman kökenli Jean-Marc Barr ve de Cemil Akman’da Bosnalı Ermin Bravo’nun oyunlarını da övmeliyim.
Eleştirinin tamamı için: T24
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
Kendi adıma filmde en çok karınca hikâyesini sevdim; çünkü yalın ve basit. Sadece bu hikâye üzerinden baktığınızda dahi “Buğday”, yerli bir distopya olarak önemli. İlk 30 dakikası itibarıyla nerdeyse ipnotize edici bir ritmi ve akışı var... Ne var ki, hikâye gereği bile olsa, bilimin yegâne iktidar biçimi olarak konumlandırılması rahatsız edici... Ayrıca, bir dünyayı kurtarma öyküsünün dinsel referanslarla anlatılması bence “Buğday”ı alternatif bir distopya kadar dini film haline de getiriyor. Kendi adıma, Kaplanoğlu'nun dini göndermelerini daha derinlere sakladığı, inancı öykünün özüne işlediği önceki filmlerini tercih ederim.
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
‘Buğday’, teknik açıdan sinemamızın standartlarının üzerinde seyrediyor. Giles Nuttgens imzalı siyah-beyaz görüntü çalışması çok başarılı. Keza Naz Erayda’nın prodüksiyon tasarımı da... Bütün bu çabaların birleşmesi sonucu ortaya çıkan atmosfer ve çizilen distopik dünya etkileyici. Lakin film adeta tam ortasından ayrılmış iki farklı bölümden oluşuyor gibi. İlk yarıda herhangi bir Batılı yapımda rastlayacağımız bir gelecek tasarımı ve bilimin hükmettiği bir düzen var, ikinci yarıdaysa Erol Erin’in, Cemil Akman’ı bulmasıyla birlikte çıktığı bir yolculuk ve bu yolculuk esnasındaki metaforlar ve göndermelerle yüklü, bilimin yerini inanca bıraktığı bir serüven... Semih Kaplanoğlu (senaryosunu da eşi Leyla İpekçi’yle birlikte yazmış), çok sevdiği Tarkovski’vari bir havaya büründürdüğü, kimi sahnelerinde görüntü bağlamında ‘Kurban’ı ama genel olarak ‘Stalker’ı hatırlatan filminde, ‘İnanç sineması’nın teknik düzeyi yüksek bir ifadesine soyunmuş.
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
Star
Yazar: Serdar Akbıyık
Türk sinemasında daha önce görülmeyen kıyamet sonrası düzeni hayal eden Kaplanoğlu, bu yolculuğun ruhani tarafına yoğunlaşarak dünya standartlarında da pek rastlanmayan bir derinliğe karıştırıyor. Yıllardır inanç filmi olarak Türk sinemasının yeni bir şey üretmediğinden yakındık durduk. Bir bilim kurgunun içine yerleştirilmiş gerçek bir inanç filmi var elimizde. Yabancı türdaş filmlerden çok daha umut besleyen, izleyicisine gelecek için el açan ve ümit veren, hatta bu anlamda inanca çağıran bir yapım Buğday.
Eleştirinin tamamı için: Star
Sözcü
Yazar: Burak Göral
"Buğday" ilk kısmındaki güçlü sinemasıyla izleyiciyi o dünyanın içine sokmayı başarıyor. Tarkovsky sinemasına olan benzerliğine rağmen ondan farklı olarak, tinsel cümlelerle başlattığı yolculuğu dinsel bir bağlama oturtuyor giderek. İnanç ya da maneviyat arayışı üzerine film çekmek de her yönetmenin hakkıdır elbette. Ama bütün hikayeyi, insanları özellikle tek bir dine doğru yönlendirme üzerine kurunca sinemanın sanatla ilişkisini bir parça zedelemiş oluyorsunuz ister istemez. Keşke yönetmen, bence filmografisinin en iyisi olan şiirsel filmi "Bal"da olduğu gibi seyirciyi daha özgür bıraksaydı finalde..
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Sabah
Kaplanoğlu Buğday'da Türk sinemasının birikiminin üstüne çıkan bir atmosfer kuruyor (görüntü yönetmeni Giles Nuttgens ve sanat yönetmeni Naz Erayda çok başalı bir iş çıkarıyorlar) filmde. İlk bölümünde anlatım olarak akıcı bir dile meyleden filmde, Erol'un sınırı geçip Cemil'i aradığı noktada, Kaplanoğlu sinemasının hem anlatı hem de görsel olarak özgün kodları karşımıza çıkıyor. Açıkçası bu yolculuğun Erol'un içsel yolculuğuna dönüşmesiyle film farklı bir düzleme geçiyor ve bildik distopya anlatısından farklılaşıyor. O zaman Buğday'ın dıştan içe, çevreden merkeze ve hatta öze bir yolculuk olduğu anlaşılıyor. Bu yolculukta film, insanın kendi yolculuğuna dair durum tespitler yapıyor sonra da çözümler sunuyor.
T24
Yine de kolay bir film değil bu... Seyirciden sabır istiyor, yoğunlaşma talep ediyor, gösterilenin gerisindekini kavramak için hayal gücüne başvuruyor. Ancak bunları yapabilenler belli bir keyif alabilir. Finali yorumlamak ise benim haddimi aşar!...O üstten çekilmiş geometrik görüntünün ne anlama geldiğini ilk karşılaşmamızda Semih’e soracağım!.. Ayrıca iki baş oyuncunun, Dr. Erol Erin’de geçmişte Le Grand Bleu- Derinlik Sarhoşluğu, Europa- Avrupa, hepsi Lars von Trier imzalı Breaking the Waves- Dalgalara Karşı, Dancer in the Dark- Karanlıkta Dans, Dogville, Manderlay gibi başyapıtların yıldızı ve Alman kökenli Jean-Marc Barr ve de Cemil Akman’da Bosnalı Ermin Bravo’nun oyunlarını da övmeliyim.
Habertürk
Kendi adıma filmde en çok karınca hikâyesini sevdim; çünkü yalın ve basit. Sadece bu hikâye üzerinden baktığınızda dahi “Buğday”, yerli bir distopya olarak önemli. İlk 30 dakikası itibarıyla nerdeyse ipnotize edici bir ritmi ve akışı var... Ne var ki, hikâye gereği bile olsa, bilimin yegâne iktidar biçimi olarak konumlandırılması rahatsız edici... Ayrıca, bir dünyayı kurtarma öyküsünün dinsel referanslarla anlatılması bence “Buğday”ı alternatif bir distopya kadar dini film haline de getiriyor. Kendi adıma, Kaplanoğlu'nun dini göndermelerini daha derinlere sakladığı, inancı öykünün özüne işlediği önceki filmlerini tercih ederim.
Hurriyet
‘Buğday’, teknik açıdan sinemamızın standartlarının üzerinde seyrediyor. Giles Nuttgens imzalı siyah-beyaz görüntü çalışması çok başarılı. Keza Naz Erayda’nın prodüksiyon tasarımı da... Bütün bu çabaların birleşmesi sonucu ortaya çıkan atmosfer ve çizilen distopik dünya etkileyici. Lakin film adeta tam ortasından ayrılmış iki farklı bölümden oluşuyor gibi. İlk yarıda herhangi bir Batılı yapımda rastlayacağımız bir gelecek tasarımı ve bilimin hükmettiği bir düzen var, ikinci yarıdaysa Erol Erin’in, Cemil Akman’ı bulmasıyla birlikte çıktığı bir yolculuk ve bu yolculuk esnasındaki metaforlar ve göndermelerle yüklü, bilimin yerini inanca bıraktığı bir serüven... Semih Kaplanoğlu (senaryosunu da eşi Leyla İpekçi’yle birlikte yazmış), çok sevdiği Tarkovski’vari bir havaya büründürdüğü, kimi sahnelerinde görüntü bağlamında ‘Kurban’ı ama genel olarak ‘Stalker’ı hatırlatan filminde, ‘İnanç sineması’nın teknik düzeyi yüksek bir ifadesine soyunmuş.
Star
Türk sinemasında daha önce görülmeyen kıyamet sonrası düzeni hayal eden Kaplanoğlu, bu yolculuğun ruhani tarafına yoğunlaşarak dünya standartlarında da pek rastlanmayan bir derinliğe karıştırıyor. Yıllardır inanç filmi olarak Türk sinemasının yeni bir şey üretmediğinden yakındık durduk. Bir bilim kurgunun içine yerleştirilmiş gerçek bir inanç filmi var elimizde. Yabancı türdaş filmlerden çok daha umut besleyen, izleyicisine gelecek için el açan ve ümit veren, hatta bu anlamda inanca çağıran bir yapım Buğday.
Sözcü
"Buğday" ilk kısmındaki güçlü sinemasıyla izleyiciyi o dünyanın içine sokmayı başarıyor. Tarkovsky sinemasına olan benzerliğine rağmen ondan farklı olarak, tinsel cümlelerle başlattığı yolculuğu dinsel bir bağlama oturtuyor giderek. İnanç ya da maneviyat arayışı üzerine film çekmek de her yönetmenin hakkıdır elbette. Ama bütün hikayeyi, insanları özellikle tek bir dine doğru yönlendirme üzerine kurunca sinemanın sanatla ilişkisini bir parça zedelemiş oluyorsunuz ister istemez. Keşke yönetmen, bence filmografisinin en iyisi olan şiirsel filmi "Bal"da olduğu gibi seyirciyi daha özgür bıraksaydı finalde..