Mayın Sahili – Under Sandet (2015) Film İncelemesi
II. Dünya Savaşı ile ilgiliyseniz, savaşın geniş insan yığınlarını pasın demiri çürüttüğü gibi çürüttüğü konusunda detaylı gözlemlere, anlatılara, örneklere ihtiyaç duyuyorsanız izleyin. İhtiyaç duymuyorsanız ve “insanın kötülüğünün dip noktası yok, ben göreceğimi gördüm” diyorsanız da yine de izleyin.Kötülük kendisini iyi ve kötü insanlar eliyle yeniden üretiyor çünkü ve kötülüğün dip noktası kesinlikle yok. II. Dünya Savaşı bunu kesin olarak kanıtlamıştır.
İyi ve kötü insanlar eliyle dedim çünkü Nietzsche’nin dediği gibi “Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla örülmüştür.”
Savaşta can alan, can veren sırdan insanların tümünün kötü, vahşi ve kana susamış olduğunu söyleyemezsiniz zira çoğu küçük, önemsiz ve sıradan yaşamlarında iyidirler, trafik kurallarına uyar ve başkalarının haklarını gaspetmemekle övünürler. Fakat savaşın gürültüsü çok az insan dışında neredeyse kademeli olarak herkesi teslim alır. Savaşın yarattığı kamplar kesindir. Ya içeridesin ya dışarıda. Normalde çok az kişi komşusunun ölümünü ister görünür fakat savaşların çoğunda topun ağzındaki komşunun idam fermanını bir havan topu, bir makineli tüfek, bir düşman askeri değil, yine o kişinin kapı komşusu imzalamıştır. Savaşın yakıt deposu da, üstün teknolojisi de bu normal zamanlarda vergisini veren, kapı komşusunda nezaketle gülümseyen ve oy verme zamanında oyunu gönül rahatlığıyla veren sorumlu yurttaştır. Peki nasıl olur da bu makbul yurttaş, gözü dönmüş bir katile dönüşür?
Çoğu büyük savaş, tam da çözüm imkanlarının tükendiği ya da tükenir göründüğü olağanüstü zor ve sıradışı koşullarda çıkar. Yine büyük çoğunluğun rahatlıkla kendisini desteklemekten alıkoyamayacağı kamusal vicdan, ulusal onur, ülke çıkarları gibi konulara olağanüstü vurgu yapılarak savaşlar için meşruiyet zemini oluşturulur. Savaştaki diğer tarafların yarattığı yıkım, bombalanan kentler, öldürülen siviller de bu savaş gerekçesine bir anlam ve kesinlik kazandırır.Halen tereddütlü olan varsa da savaştan yana sürüklenirler.
Mayın Sahili, savaşın küçük bir kesitini sunuyor. 1945’te Almanya’nın yenilgisiyle savaş sona erer fakat savaşın izlerinin silinmesi kolay olmayacaktır. Sadece Danimarka’da kuzey sahilinde Almanlar tarafından döşenmiş yaklaşık iki milyon kara mayını vardır. Mayıs 1945’te Danimarka’nın elinde bir grup genç Alman savaş esiri bulunmaktadır. Bu genç Alman savaş esirlerine verilen görev bu kara mayınlarını temizlemektir. Hem de çıplak elleriyle.
Danimarkalı askerler bu konuda yeterince acımasızdır. Onlara acımak mümkün değildir çünkü onlar Alman piçleridir. Ve savaşın bütün kötülüğünü üstümüze salan da onlardır. Kara mayınlarını temizleyeceklerdir çünkü bu mayınları oraya koyan da onlardır. Almanların bu işi yaparken ölmeleri de olağan bir durumdur ve onlar zaten ölüdür, savaş esnasında öldürdükleri insanlara karşılık zaten savaşta kendilerinin de ölmesi gerekirdi. Ölmemişlerse de bundan sonra ölmelerinin bir sakıncası yok. Tek kurtulma imkanları var, sahildeki iki milyon mayını temizlemek. Temizlerler de fakat gruptan sadece dört kişi sağ kalır. Onlara da verilen söz tutulmaz. İki milyon mayını temizleyip arkadaşlarının parçalanmasına tanık olmuşlar fakat halen eve dönme hakları yok. Ülkedeki tüm mayınlar temizlenene dek evlerine dönemeyecekler.
Film boyunca duygudan duyguya sürükleniyorsunuz. Gaddar olan Almanlar mı yoksa Danimarkalılar mı? Almanların ölmesi mi gerekir yoksa evlerine dönebilmeliler mi? Onlar Alman piçleri mi yoksa savaşın yanlış tarafında olan (kim doğru tarafta ki?) kurbanlar mı? Gruba başta sert ve acımasız davranan çavuşun sonra o çocukları sevmesi ve ölümlerine üzülmesi insanca mı yoksa değil mi? İnsan dediğin nedir ki, savaşın ortasında bile başı sıkıştığında, bir mayınla bacağı koptuğunda “anne” diye bağıran çocuklar masum mu yoksa değil mi? Bağışlamak mümkün mü yoksa sonsuza kadar diş mi bilemeli?