Uluslararası sinema camiasına Yatmadan Önce 100 Fırça Darbesi kitabının uyarlaması olan Melissa P. filmiyle adım atan İtalyan yönetmen Luca Guadagnino, aslında kısa metrajları ve dokümanterleri ile tanınan bir sinemacı. Gezdiği pek çok festivalden sonra ülkemizde baya rötarlı vizyona giren Sen Benimsin A Bigger Splash ise ödüllü yönetmenin sinematografisinin de iyice olgunlaştığını gösteriyor.
2011’de ülkemizde vizyona giren Benim Adım Aşk’tan sonra uzun metraja uzunca bir ara veren Guadagnino, karşımıza bu sefer David Kajganich imzası taşıyan, kışkırtıcı bir senaryo ile çıkıyor. Dakka bir gol bir cüretkâr ve samimi bir açılış sahnesi ile seyirciyi kendisine bağlamayı başaran film, anlatım dilini biçimciliğe yaslıyor. Yönetmenin ‘memleketi’ Sicilya’da (İtalya) konumlandırdığı hikâyesi temposunu kaybettiği anlarda bile, fondaki coğrafyanın nimetlerinden yararlanıyor.
Biraz kafa dinlemek ve ‘rehabilite olmak’ adına Marianne ve sevgilisi Paul gözlerden uzak sayfiye evine çekilmiştir. Fakat sınırsız özgürlükleri Marianne’nin eski sevgilisi Harry ve onun aşırı baştan çıkartıcı kızı Penelope ziyareti ile başta rahatsızlığa sonra da adım adım huzursuzluğa evrilir. Zira Marianne göre ilişkileri çoktan bitmiştir ama Harry’ye göre halen kapanmamış hesaplar vardır. Öte yandan yaz tatilinde babasının peşine takılan Penelope de hiç masum değildir... Filmin kısa özetinde ne söylesek bu noktadan sonrası her türlü sürprizbozan’a gireceği için, filmin sıradan bir “geçmiş aşklar alevlenir” hikayesinden çok daha fazlası vaat ettiğini belirtelim ve seyir keyfini sinema salonuna bırakalım.
Oyunculuklarda yönetmenin üçüncü kez beraber çalıştığı Tilda Swinton, soyunduğu her rolde olduğu gibi bu sefer de Marianne oynamıyor, resmen yaşıyor. Sağlık sorunları nedeniyle kariyerinden endişe eden bir sanatçının psikolojisini özellikle bireysel sahnelerinde çok başarılı geçiren oyuncu, karakterin öykünün gerisindeki payını da kusursuz biçimde sırtlıyor. Fakat Swinton’ın etkili oyunculuğunu dahi gölgede bırakan performans Ralph Fiennes’ten geliyor. Evet zaten 2 Oscar adaylığı olan bir oyuncu ve A’dan Z’ye tüm işlerini keyifle takip ediyoruz ama Harry rolü Sen Benimsin filmini sırtlayıp götüren en önemli etken.
Grinin Elli Tonu’nun Anastasia Steele’i olarak seyrettiğimiz Dakota Johnson ise filmin femme fatali Penelope olarak, Anastasia’dan çok daha inandırıcı bir performans kıvırıyor. Aslında biraz zeki bir seyirci Penelope'nin bu filmdeki varlık nedenini daha en başından tahmin edebilir; ama önemli olan senaryonun gidişatının bu beklentiyi ne kadar karşılayıp karşılayamadığı…
Enfes müzik seçimlerinin en az kusursuz görüntü yönetimi kadar etkili olduğu yapım, bazı uzayan ve hikaye akışını aksatan noktalarına rağmen kendisini iki saat boyunca seyrettirmeyi başaran, üstü örtülü gerilimi seyirciye bir serum iğnesinden verirmişçesine damla damla akıtıp, finalde de altın vuruş yapan bir tona sahip. Uzun festival yolculuğunun nihayetinde vizyonda; sırf Sicilya manzaraları için bile bu yaz vizyonunda doya doya seyredilir…