Hesabım
    Annemin Şarkısı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Annemin Şarkısı

    İyi senaryo, zayıf film

    Yazar: Murat Tolga Şen

    Katıldığım panellerde, sinema sohbetlerinde ve hatta yazılarımda Türkiye’de yapılan sinemadan bahsederken altını çizdiğim bir cümle var; Kürtlerin sinemadaki çığlığı onların ağzından yükselmeli. Aksi takdirde “ormanı kurtaran beyaz adam” samimiyetsizliği ile üretilmiş eserler çıkıyor karşıma. Özcan Alper’in Gelecek Uzun Sürer’i bu duruma harika bir örnektir.

    Türkiyeli Kürt sinemacıları çok önemsiyorum, hatta festivallere iyice akçe hesabıyla saldıran Türk sinemacılardan daha çok. O tarafta bir ifade ihtiyacı, bir estetik arayışı olduğu muhakkak ama onlar da aynı hataya düşüyorlar. Kürt sineması köksüz değil, sadece Türkiye ile sınırlandırılamayacak bir geleneği var ancak işin içine ‘filmi festival jürisine beğendirme’ kaygısı girince yeni ve hatalı tarifler deneniyor.

    Bu yıl Altın Koza’da hiç Kürt filmi yoktu, Altın Portakal’da ise sadece Annemin Şarkısı… Kültür Bakanlığı ya da festival düzenleyen belediyeler tarafında bir engel var mı merak ediyorum ama bu başka bir yazının konusu...

    Erol Mintaş’ın yönetmenliğindeki Annemin Şarkısı, harika bir film projesi… Bir ana-oğul hikayesi, köyden kente göçen ama alışamayan bir Mezopotamya kadının sinemasal portresi, odağa almadan da işlese kentsel dönüşüme laf ediyor, aynı şehir içinde göç etmenin de gurbet duygusuna yol açabileceğini gösteriyor. Kendi toprağının sesinin-sözünün (Dengbejlik) moral açısından ne kadar önemli olduğunu, diline kavuşan bir toplumun bunu savunma refleksinin ne kadar güçlü olduğunun altını çiziyor ve de tüm bunları alışık olmadığımız bir şekilde; topraktan uzaklaşmış entelektüel bir erkek karakterin çelişkilerinde sunuyor seyirciye…

    Ama işte… Kürt sinemacılar dillerine sahip çıktıkları kadar sinemasal ifadelerine de sahip çıkmalılar. Bu düz, duygudan arınmış, hiçbir katharsis barındırmayan ve kurmaca filmler için oldukça tehlikeli buzgöz kamera estetiğine uygun olarak çekilmiş filmler, bana göre Kürtlerin oynadığı, Kürtçe çekilmiş Polonya sineması örnekleri gibidir.

    Bunları “dost acı söyler” diyerek yazıyorum. Kürt sinemacılar kendi sinemalarını herkese rağmen yapmalı ve festival erozyonundan korumalıdır. Türkiye sinemasını içine düştüğü bu nihilist bataklıktan kurtarabilecek filmler çekme ihtimali olanlar en çok onlar. Yılmaz Güney yıllar önce başardı ve ülke sinemasına gerçek bir kimlik kazandırdı. Bunu tekrarlamanın tam zamanı ancak Erol Mintaş’ın yazdığı senaryo oldukça ümit verici iken aynı isim filmiyle bu umudu soldurmuş.

    Aslında bir oyuncu olmayan Zübeyde Ronahi, oynadığı her sahnenin yıldızı. Sinemaya çok yakıştırdığım Aziz Çapkurt ise bu filmdeki rolüyle 51. Altın Portakal Film Festivali’nde “en iyi yardımcı erkek oyuncu” ödülünü kazandı. Aziz’in filmin başında gerçekten etkileyici ama kısa bir performansı var. Ödülü o da beklemiyordu ama adam perdeye çok yakışıyor! Gerçi, ben onu Feyyaz Duman’ın oynadığı Ali karakterine daha yakıştırmıştım. Keşke…

    Annemin Şarkısı’nın iyiliğini kötülüğünü bir kenara bıraktığımızda ise hikaye üzerinden şöyle bir fikre sahip oldum; Ali (Feyyaz Duman) entelektüel bir karakter, kitap yazıyor, o çevrelerde takılıyor-dostlar ediniyor, keza nişanlısı da öyle… Nigar Nine’den (Zübeyde Ronahi) farklı olarak şehir hayatına uyum sağlamışlar ve bu onları neredeyse kötü karakterler haline getiriyor. Bilinçsiz bir eylem bu… Nigar Nine kökleriyle birlikte kendi toprağından koparılmış bir çınar adeta ve iyice susuz, güneşsiz kalmış. Oysa Ali’nin nişanlısı Zeynep’in (Nesrin Cavadzade) gebeliği bu bereketi yeniden getirebilir, yaşlı kadını hayata bağlayabilir. O toprağın anasına bir torun vermek onu da yeniden doğurmak, yaşama katmak anlamına gelir. Hikayeden değil ama kendi gözlemlerimden biliyorum bunu… Buna rağmen Ali bu çocuğu istemiyor, nişanlısının itirazlarıyla gelen kabullenme sürecinde bile annesinden saklıyor. Belki de hiç olmayan bir Dengbej kasetinin peşinde koşarken annesine olan sorumluluğunu tamamladığını düşünüyor. Aslında ondan kurtulmak bile istiyor denebilir. Bu da Ali’yi filmin kötü adamı yapmaya yeter mi? Bilemiyorum, benim içimde bu karaktere karşı bir öfke var, bencilliğinin pesleştirilerek öne çıkarıldığını düşünüyorum. Hayatında iki kadın var Ali’nin, anası ve sevdiği ama ikisini de kendi öncelikleri için umursamayabiliyor. Bunun tam tersi bir hikayelendirmeyi geçtiğimiz yıllarda yine Kürt bir sinemacıdan, Tayfur Aydın imzalı Reç /İz filminde, izlemiştik. Oradaki karakterin dönüşümü burada gerçekleşmiyor, aslında gerçek hayatta da zordur bu, insanlar pek değişmez.

    Annemin Şarkısı çok iyi yazılmış ama iyi çekilememiş bir film. Bunun sebebi yönetmeninin acemiliği değil, tercih ettiği sinema dili. Karakterlere bu kadar mesafeli durmak, filmin ışığını-rengini yürek soğutacak şekilde ayarlayıp, ortam müziği dışında da “şarkısız” bırakmak iyi bir tercih olmamış. Annemin Şarkısı’nın müthiş bir potansiyeli var aslında ve unutulmaz bir film olabilecekken bu fırsatı kendi eliyle tepmiş. Film birkaç replik dışında Kürtçe ancak Kürt sinemasının sesi-sözü bu değil. Yine de tüm bunlar Erol Mintaş’tan yana umudumu kesmeme yol açmıyor. Bir yönetmen olarak değilse de senarist olarak çok değerli bir eser ortaya çıkarmış.

    murattolga@gmail.com

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top