Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Sabah
Yazar: Olkan Özyurt
Yönetmen John Crowley, Brooklyn filminde de esere sıkı sıkıya bağlı kalmanın sıkıntılarını yaşamıştı. Benzer bir durum bu filmde de geçerli. Edebiyatın gücünü aynen sinemaya çevirmeye çalıştığınız zaman bu pek de parlak sonuçlar veremeyebiliyor. Saka Kuşu'nun da dramı burada, film odağındaki karakter Theo'nun yaşadıklarını derinlemesine inceleme çalışıyor ama dip noktaya ulaştığı zaman birden hızlı bir şekilde yüzeye çıkmaya çalışıyor ve vurgun yiyor. Crowley, elindeki metni yorumlayarak serbest uyarlamaya yönelse belki daha iyi sonuçlar alabilir. Bunu tercih edecek mi onu da önümüzdeki filmlerinde göreceğiz... Saka Kuşu yönetmeni açısından problemli olsa da daha birkaç hafta önce Düzenbazlar Kulübü'nde izlediğimiz Ansel Elgort'un yıldızının iyice parlamasına neden olması nedeniyle önemli.
Eleştirinin tamamı için: Sabah
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
'Saka Kuşu'nun ilk yarısına çok itirazım yok. 13 yaşındaki Theo'nun duygu dünyası, halleri, aklından geçenler, yetişkinler ve yaşıtlarıyla ilişkileri bir şekilde filmi götürüyor. ama yetişkin olmasıyla birlikte film düşüşe geçiyor. John Crowley'in bir önceki filmi 'Brooklyn' hem romanın ruhuna sadık kalmayı hem de kalburüstü bir film olmayı başarıyordu. 'Saka Kuşu' için aynısını söylemek zor. Bazen aslına sadık iyi bir uyarlamanın en iyi yolu, sinema filminden ziyade mini dizi formatıdır. 'Saka Kuşu' da belki bir mini dizi olmalıydı...
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Özetlemeye çalıştığımdan çok daha karışık bu hikâye, gördüğünüz gibi genelde çok-satan romanların bayıldığı bir yapaylık içeriyor ve tam bir imalat tadı bırakıyor. Üstelik iki zaman dilimi arasında gidip gelen anlatımı seyirciyi ayrıca yoruyor. Ama romanı okuyanlar çok daha derinlik taşıdığını ve Dickens’vari bir tadı olduğunu belirtiyorlar. Ki filmde bundan pek eser yok!.. Ve de oyuncular. O da sorunlu bir alan...Ana kişilik Theodore Decker’in çocukluğuyla gençliğini oynayanların öylesine farklı fizikleri var ki... Çocuk fena oynamıyor, ama çok sevimsiz!.. Genç adamsa yakışıklı, ama yeteneksiz!.. Arkadaşı Boris Pavlikovsky karakterinde bu daha iyi çözümlenmiş. Nicole Kidman ise Samantha’da (gençliğinde ve yaşlılığında) elinden geleni yapıyor. Sonuç olarak, cilasının ardında pek bir şey içermeyen bir film. Seçim sizin...
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Sabah
Yönetmen John Crowley, Brooklyn filminde de esere sıkı sıkıya bağlı kalmanın sıkıntılarını yaşamıştı. Benzer bir durum bu filmde de geçerli. Edebiyatın gücünü aynen sinemaya çevirmeye çalıştığınız zaman bu pek de parlak sonuçlar veremeyebiliyor. Saka Kuşu'nun da dramı burada, film odağındaki karakter Theo'nun yaşadıklarını derinlemesine inceleme çalışıyor ama dip noktaya ulaştığı zaman birden hızlı bir şekilde yüzeye çıkmaya çalışıyor ve vurgun yiyor. Crowley, elindeki metni yorumlayarak serbest uyarlamaya yönelse belki daha iyi sonuçlar alabilir. Bunu tercih edecek mi onu da önümüzdeki filmlerinde göreceğiz... Saka Kuşu yönetmeni açısından problemli olsa da daha birkaç hafta önce Düzenbazlar Kulübü'nde izlediğimiz Ansel Elgort'un yıldızının iyice parlamasına neden olması nedeniyle önemli.
Habertürk
'Saka Kuşu'nun ilk yarısına çok itirazım yok. 13 yaşındaki Theo'nun duygu dünyası, halleri, aklından geçenler, yetişkinler ve yaşıtlarıyla ilişkileri bir şekilde filmi götürüyor. ama yetişkin olmasıyla birlikte film düşüşe geçiyor. John Crowley'in bir önceki filmi 'Brooklyn' hem romanın ruhuna sadık kalmayı hem de kalburüstü bir film olmayı başarıyordu. 'Saka Kuşu' için aynısını söylemek zor. Bazen aslına sadık iyi bir uyarlamanın en iyi yolu, sinema filminden ziyade mini dizi formatıdır. 'Saka Kuşu' da belki bir mini dizi olmalıydı...
T24
Özetlemeye çalıştığımdan çok daha karışık bu hikâye, gördüğünüz gibi genelde çok-satan romanların bayıldığı bir yapaylık içeriyor ve tam bir imalat tadı bırakıyor. Üstelik iki zaman dilimi arasında gidip gelen anlatımı seyirciyi ayrıca yoruyor. Ama romanı okuyanlar çok daha derinlik taşıdığını ve Dickens’vari bir tadı olduğunu belirtiyorlar. Ki filmde bundan pek eser yok!.. Ve de oyuncular. O da sorunlu bir alan...Ana kişilik Theodore Decker’in çocukluğuyla gençliğini oynayanların öylesine farklı fizikleri var ki... Çocuk fena oynamıyor, ama çok sevimsiz!.. Genç adamsa yakışıklı, ama yeteneksiz!.. Arkadaşı Boris Pavlikovsky karakterinde bu daha iyi çözümlenmiş. Nicole Kidman ise Samantha’da (gençliğinde ve yaşlılığında) elinden geleni yapıyor. Sonuç olarak, cilasının ardında pek bir şey içermeyen bir film. Seçim sizin...