70’ler korku sineması geleneği, deccalin doğuş hikayesiyle devam ediyor.
Yazar: Murat Tolga ŞenŞeytanın oğlunun modern bir dünyada doğumu, büyümesi, kollanması ve hüküm sürmesi… ilk filmin çizgisini koruyan 2 devam filmi ile korku sinemasının en akılda kalan hikayelerinden birine dönüşen Kehanet (the Omen) filminin gösterilmesinin üzerinden bu yana tam 48 yıl geçmiş. Bu hafta, yine bir üçlemeye evrilmesi umuduyla serinin diriltilişine tanıklık ediyoruz.
Bu bir ön hikâye (prequel). Bu kez, orijinal üçlemede çocukluğuna, ergenliğine ve koca adam olup dünyayı cehenneme çevirişine tanıklık ettiğimiz Deccal’in doğum hikayesini izleyeceğiz. 1976 tarihli The Omen’in başarısının sebepleri belli. İyi senaryo, iyi reji ve güçlü oyunculuklar… The Omen, 70’lerde korku sinemasının büyük stüdyo bütçelerine, kariyerli yönetmenlere ve yıldız oyunculara kavuşmasıyla başlayan dönemin en iyi işlerinden biriydi.
Omen: İlk Kehanet’in yönetmeni Arkasha Stevenson bu formülü anlamış gibi görünüyor. Nihayetinde elindeki malzeme ortada. Şeytanın çocuğu teması 70’lerden bu yana epey yağmalandı ve ön hikâyenin bağlanacağı yer dolayısıyla filmin hikayesi sınırlı ve tahmin edilebilir. O da bu duvarı karakter odaklı bir hikâyeyi bir sürü ürkütücü anla doldurarak aşmayı deniyor.
Omen: İlk Kehanet, Amerikalı genç rahibe Margaret'in (Nell Tiger Free) kilisede bir yaşam beklentisiyle İtalya'ya gelişini konu alıyor. Ancak ilkinden farklı olarak bu film bir manastırda değil, bir kız yetimhanesinde geçiyor. Nunsploitation* filmlerinde olduğu gibi, buranın da zalim yaşlı rahibeler, rahipler ve hatta uğursuz bir kötülüğü serbest bırakmak üzere olan bir Kardinal (Bill Nighy) ile dolu Tanrı'nın evi kılığında bir hapishane olduğu anlaşılıyor. Genç Margaret kendi inancını sorgulamasına neden olan bir karanlıkla karşılaşmaya başladığında, zayıf bir ruha sahip olduğu sanılıyor. Tanık olmaya başladığı dehşet, kendisi ve diğerleri tarafından hayal gücünün tuhaf oyunları veya halüsinasyon olarak geçiştiriliyor ancak hikâye onun geçmişinin derinliklerine indikçe ve bunun genel hikayeyle nasıl bağlantılı olduğunu öğrendikçe dehşetin büyüklüğüne ikna oluyoruz.
Omen: İlk Kehanet bize Margaret’ın çocukken yaşadığı sıkıntıları detaylandıran mükemmel bir arka plan sunuyor. Tim Smith, Arkasha Stevenson ve Keith Thomas’ın yazdığı senaryo, James Wan tarzı bir zıplatma korkusu yerine (böyle anlar da mevcut ama) karakter odaklı bir atmosfer filmi izlememizi sağlıyor.
Omen: İlk Kehanet devrimci bir film değil ancak asıl üçlemeye sağlam bir köprü ve artık suyu çıkmış deccal korkusuna yeni bir ciddiyet getirme potansiyeline sahip. Filmin, güçlü bir sanat yönetmenliği ve kostüm çalışması katkısı ile 70’ler korku sinemasına yakın bir dokusu da var. Müzikal tema da aynı amaca hizmet ediyor. Yönetmenin bu anlamda tam bir başarıya ulaştığını yazmak mümkün. Bu sayede, bu filmden sonrasını merak eden yeni nesil seyircinin eski filmleri keşfedip izlediğinde bir yabancılaşma yaşamaması da sağlanmış oluyor.
Kritiğin sonuna gelirken; İlk Kehanet tam bir başarı değil, cevaplanmamış bazı sorularla bitiyor ama kendisinden önce gelen klasik korku filmlerinin gücünü ve ruhunu taşıyor. Karşımızda kesinlikle bir yönetmen filmi duruyor ve bu durum bilet satma endişeli korku sinemasında çok alışık olduğumuz bir şey değil. Şunu da yazmak istiyorum; film yakın geçmişteki korku filmleri arasında en iyi açılış dakikalarından birine sahip. Dehşetin tonunu ve sağlam bir deneyim yaşayacağımızı ilk 5 dakikada bile belli ediyor.
Omen: İlk Kehanet, Yetişkin sınıflandırmasına giren filmin daha çok bilet satmak yerine has bir korku filmi izleyicisini ödüllendirmek için çekilmiş, her sekansına özenilmiş bir iş. Bu bile filmi sinemada izlemek için yeterli bir sebep, iyi seyirler.
Murat Tolga Şen
*Genellikle bir manastırda geçen ve genç rahibelerin başına gelenleri konu edinen bir istismar sineması türü.