Savaş varsa, Ada’m da var…
Yazar: Alper TurgutMısır Adası (Simindis kundzuli / Corn Island), seyredince değil, üstüne düşündükçe güzelleşen filmlerden… Hani sinema salonundan çıkarsınız, bu neydi yahu şimdi dersiniz, beğenmez, sevmez, burun kıvırırsınız, aradan zaman geçer, zihniniz detaylara girer, hımmm dersiniz, aslında hiç fena değildi, sonra oturmaya başlar kareler, beyninizde yeniden bir film olur, salt beyazperdede değil, kalbinizde de gösterim yapar, öyle bir şey işte…
Gürcistan, Almanya, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Kazakistan, Macaristan ortak yapımı olan Mısır Adası, Gürcüce, Abhazca, Rusça dillerinde ve ufacık bir alanda çekilmiş, filmde bizden de iki oyuncu var. Evet, başrolü sırtlayan usta aktör İlyas Salman ile kısa bir rolü olan deneyimli oyuncu Tamer Levent, Mısır Adası’nı, yerelden evrensele taşıyan, milleti, milletlere çoğaltan bir yapıta katkı sunmuşlar. 2014’ün en deneysel, kalburüstü ve özgün işlerinden olan Mısır Adası, evrensel sinema olmasının karşılığını buldu, buluyor, şu ana dek 14 ödül kucaklayan film, geçen yıl memleketimizin gururu olan ve Altın Palmiye’ye uzanan Kış Uykusu’nu da geride bırakarak, yabancı film dalındaki Oscar yarışında, ilk 9’a kaldı. Ne diyelim, yolu açık olsun.
Gürcü sinemacı George Ovashvili, insanın doğayla olan savaşına, insanın insanla olan savaşını da katıyor ve barışı, nehir üstündeki el kadar bir adaya taşıyor. Bu bir azim, bu bir tabiat anayla kavga filmi, askerlerin savaşı ise sadece fon, belirtelim. Keşke savaşı, hiç karıştırmasa, sadece bir yaşlı adamın hünerine, üretimine ve doğanın intikamına yoğunlaşsaymış yönetmen, bir başyapıt ıskalanmamış olurdu. İlyas Salman, birkaç cümle kuruyor filmde, ancak gözleriyle, jest ve mimikleriyle, alıp götürüyor, hepimizi Mısır Adası’na sürüklüyor.
Yaşlı çiftçinin, Gürcistan ve Abhazya arasındaki bölgede, suların alçalmasıyla, nehir üstünde oluşan bir adaya çıkmasıyla başlıyor film, minicik bir ada bu, ama inadına bereketli ve tehlikeli… Kayığıyla önce küçük bir ev yapacağı malzemeleri, sonra da ergen torununu getiriyor adaya, birlikte katılmak için, çatışmanın ortasında, yaşam savaşına… Toprak işleniyor, tohumlar ekiliyor, mısırlar boy verdikçe, silah sesleri çoğalıyor, düşmanlık daha da büyüyor. Yaşlı çifti, torunu için, onun yarınları için, yani gelecek için, üretirken, genç kız, askerlerin ilgisini çekmekte gecikmiyor, büyüme hevesi ve giderek yükselen beğeni, onun da çok hoşuna gidiyor. Ada tam bir çekim merkezi oluyor, çünkü dışarıda savaş, adada barış var, dışarıda ölüm, adada yaşam var. Ama her baharın, bir de kışı var. Ona sığınanların, ondan yararlananların, trajediyi de göğüslemesi gerekiyor. Tabiat, denge gözetiyor, verdiği kadarını, alıyor da… Politika, emek mücadelesi, savaş, doğa, aşk, filmde, aslında ne ararsan var, bizim Mahsun Kırmızıgül filmleri gibi, bol kepçe mesele ve karmaşa ile değil, az, öz ve net anlatımla, minimalist bir seçimle, sessizlikle, sadelikle ve tokat gibi bir finalle yapıyor yapacağını, veriyor mesajını…
Gürcü sinemacılar, resmen atakta… Savaşı, yaşlı bir ihtiyarın bahçesine taşıyan ve sadeliğiyle çarpıcılığa ulaşan, müthiş iş “Mandalinalar” da Altın Küre adayı oldu. Artık 101 yaşına girdi bizim memleket sineması, bizim yönetmenlerimiz de gerekli dersleri alıyorlardır umarım. Ezcümle; Mısır Adası’nı kaçırmayın derim.