Sıradaki filmimiz yarım kalmış tüm çocukluk aşklarına gelsin!
Yazar: Duygu KocabaylıoğluYerli sinema sektörümüz kelimenin tam anlamıyla “Kasımda vizyon başkadır!” rüzgarına kapılmış gidiyor. Sonbaharın sokaklara basmasıyla vizyona giren filmlerin niceliği ve niteliği artarken, Kasım ayı sonu itibariyle yerli komedi ve romantik aşk filmlerimiz zirve yapmış durumda. İncir Reçeli 2, Unutursam Fısılda’dan sonra şimdi sırada bir ‘ilk film’ olan Karışık Kaset var.
Uygar Şirin‘in yakın zamanda piyasaya çıkan aynı adlı romanından beyazperdeye aktarılan filmin öyküsü genel hatlarıyla bir türlü başlayamayan ve yaşanamayan bir aşkın peşinden gidiyor. 1990, 2000 ve 2010 olmak üzere kendisine üç durak seçen öykü, bu kovalamacada peşinden dönemin müziklerini de zaman tüneli misali sürüklüyor. Belki dönem filminden ziyade “dönemler arası” bir film olarak nitelendirebileceğimiz yapım, aynı zamanda bir olgunlaşma öyküsünü de alt metninde barındırıyor. Hoşlandığı kıza bir türlü açılamayan Ulaş’ın 1990’lı yıllarda kendisini ancak karışık kaset doldurarak ifade edebilmesi, hem İrem’e hem hayata karşı dilinin ucuna kadar gelen şeyleri hep içine atması, yüzündeki hafif “dram kralı” duruşu, baba ile yaşanan “katharsis” ile nihayete eriyor. Ulaş müzikle büyüyor ama senaryonun özünde İrem ile olgunlaşıyor.
Filmin uyarlama senaryosunu Mert Atalay ile kaleme alan yönetmen Tunç Şahin, öyküyü dallandırıp budaklandırmadan ana karakter Ulaş’ın “duygu dünyası” üstüne kurmayı tercih etmiş. Öte yandan bu merkeziyetçi üslup, seyirciyi iyi işlenebilecek yan karakterlerden ve yan öykülerden mahrum bırakmış. Bu açıdan karşımızda sadece ‘baba Ali’ karakteri var. Bir ilk film deneyimi olması açısından mazur görülebilecek bu noksanlık, umarız ki yerini yönetmenin ilerleyen yıllarda karşımıza çıkacak yeni filmlerinde daha oturmuş bir yapıya ve daha örgün öykülere bırakır.
Kast seçimi açısındansa Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerek. Ulaş ve İrem’in 13 yaşlarındaki hallerini canlandıran çocuk oyuncular Ulaşcan Kutlu ve Aslıhan Kapanşahin, hem fiziksel benzerlikleri hem de rollere kattıkları gerçeklik duygusu açısından Sarp Apak ve Özge Özpirinçci’nin canlandırdığı 2000 ve 2010 halleriyle oldukça uyumlu iş çıkartmışlar. Komedi karakteriyle tanıdığımız Apak’ı duygusal ve çekingen bir yengeç erkeği olarak seyretmek keyifliyken, özellikle baba rolünde seyrettiğimiz Bülent Emin Yarar oyunculuğunu tabiri caizse tekrar tekrar döktürüyor.
Müzik cephesindeyse 1990’lar bölümünde kulağımıza çalınan parçalar ve eski 45’liklerden dökülen tınılar, ilk bölümde filmin seyir zevkini pekiştiriyor. Tarkan’ın “Öp” parçasını aslında ne kadar özlediğimizi fark ederken, Sezen Aksu’nun 30 yıldan fazladır yaşamlarımızdaki varlığına yeniden şaşıyoruz. Bu noktada bir parantez açıp, baş döndüren açılış sekansı, ada çekimlerindeki kostümler, babanın çalışma odasının büyüleyiciliği gibi tamamlayıcı detaylar için de sanat yönetmenleri Nadide Argun ile Yiğit Abik’e birer teşekkür etmek gerekiyor.
Uzun lafın kısası, Tunç Şahin’in ilk uzun metrajlı filmi, hayatında en az bir kez karışık kaset doldurmuş, hediye etmiş ya da hediye almış herkesin bir şans vermesi gereken sevimli bir aşk ve müzik filmi. Üstat Mazhar Alanson’a da büyük bir selamı var…
Limonluk.netTwitter.com/duygukocabayli