Neredeyse 50 yıldır sinema sektörünün içinde bulunan ve ilk Jaws filmi ile "Blockbuster" terimini icat etmiş olan Steven Spielberg'ün yeni filmi Ready Player One'ı ne kadardır beklediğimi size anlatamam. Evet, fragmanları filmin kendisini "sadece göndermelerden ibaret olan bir CGI gösterisi" gibi göstermiş olsa da, Spielberg'e olan güvenim tamdı. Ne de olsa Spielberg, Jurassic Park, Er Ryan'ı Kurtarmak ve Indiana Jones filmleri gibi sayısız kült filme imza atmış olan birisi. Ve yeni filmi Ready Player One ile Steven Spielberg, sinema sektörünün en güçlü yönetmenlerinden birisi olduğunu bir kez daha kanıtlamayı başarıyor. Konu blockbuster filmleri olunca, Ready Player One bana istediğim her şeyi ve fazlasını sunmayı başardı. Sinema salonundan çıkarken ne kadar mutlu olduğumu size anlatamam.
Ama öncelikle filmin konusundan başlayalım. Ready Player One, 2045 yılında Ohio'da geçiyor ve bize oldukça gerçekçi bir gelecek sunuyor. İnsanlık, dünya hakkındaki sorunları düzeltmek yerine onlarla yaşamayı öğrendiği için kimsenin gidecek bir yeri kalmamıştır, Oasis adındaki bir sanal alem dışında. Ana karakterimiz Wade Watts, filmin başında bize Oasis'i tanıttıktan sonra bu oyunun yaratıcısı olan James Halliday'in öldüğünü ve ölmeden önce oyunun içerisine üç tane gizli anahtar yerleştirdiğini öğreniyoruz. Bu anahtarların hepsini bulan kişi ise Oasis'in kontrolünü ele geçirecektir. Bunu yapmak için oyunda kimsenin fark etmediği ip uçlarını keşfetmeye başlayan Wade, bu yolculuk esnasında yeni arkadaşlar edinecek ve onu durdurmaya çalışan oyunun yöneticilerine karşı amacından vazgeçmemeye çalışacaktır.
Bu filme girmeden önce kafamdaki en büyük endişe, Ready Player One'ın yüzeysel bir hikayeye sahip olup sırtını sadece pop kültür referanslarına yaslayarak seyirciye "Bunu hatırlıyorum!" dedirtmesiydi. Ready Player One'ın gelmiş geçmiş en çok göndermelerle dolu filmlerden birisi olduğununa dair hiçbir şüphem olmasa da bu film hakkında en çok sevdiğim şey, hikayesinin yarattığı hissiyattı. Bu yüzden filmin içerisindeki bol göndermelere karşı aklımda en çok kalan şey, filmde yaratılan dünyanın içerisindeki macera oldu. Ve Spielberg'ün sihri de burada devreye giriyor.
Eğer bir blockbuster filmi çekilecekse, bunu Spielberg'den daha iyi birisi yönetemez. Çünkü Spielberg, hikayenin içerisinde geçtiği dünyayı nasıl gerçekçi kılacağını ve karakterlerini nasıl ön plana çıkaracağını çok iyi biliyor. Ready Player One sona erdiğinde, Oasis'e dair bütün detayları biliyormuş ve bu dev dünyanın bütün hatları içerisinde uzun bir yolculuğa çıkmışsınız gibi hissediyorsunuz.
Ben küçüklüğümde ne zaman bir film izlesem, iyi veya kötü olması fark etmez, eğer hikayenin içerisinde benim için ön plana çıkan samimi bir karakter veya havalı bir sahne varsa bunlarla ilgili hikayeler yazardım. Bu bakımdan filmler bana çok ilham verirdi. Bunların sayesinde sayısız hikayeler, hatta senaryolar yazdığım bile oldu. Ve eğer ben bu filmi yaklaşık 10 yaşımdayken izlemiş olsaydım, bu filmin karakterleri veya filmde geçen olayların içerisinde bulunduğu sayısız hikayeler yazardım. Bu film beni çocukluğuma geri götürmeyi başardı -nostalji bakımından değil üstelik- ve küçükken hayalini kurduğum sıra dışı hikayeleri yeniden kafamda canlandırdı. Bu film kusursuz olsun veya olmasın, son yıllarda sinemada bir film izlerken hiç bu kadar iyi vakit geçirmemiştim. Buradan Steven Spielberg'e şapka çıkarıyorum, adam 70'lerinde olmasına rağmen halen dev bütçeli, kaliteli filmler çekmeyi başarıyor. Bunu nasıl başardığına dair hiçbir fikrim yok, yaptığı filmlere hayranlık duymaktan başka bir şey elimden gelmiyor doğrusu.
Peki eğer daha derine inecek olursam, Ready Player One hakkında başka neler başarılıydı? Filmdeki karakterler ve oyuncuların performansları çok iyiydi mesela. Gerçi karakterlerin geçmişleri hakkında daha fazla bilgi edinmek iyi olabilirdi ama hikayenin anlatmak istediği arkadaşlık, aşk ve kararlılık duygularını çok iyi yansıtmayı başarıyor. Oyunculuklardan da; ana karakteri canlandıran Tye Sheridan gayet karizmatik ve samimiydi, Olivia Cooke ise karakterinin içten ve güçlü yapısıyla bulunduğu her sahneyi çalıyordu, kötü adam rolünde Ben Mendelsohn epey akılda kalıcıydı ve izlemesi çok eğlenceliydi, Mark Rylance ise bir kez daha inanılmaz bir performansa imza atmış.
Filmin aksiyon sahnelerine gelecek olursak herkes, kimsenin Steven Spielberg gibi bir aksiyon sahnesi çekemeyeceğine hemfikir. Filmin "epik" kelimesinin tam karşılığı olan bu sahnelerde uzun kamera çekimleri, ekranda görünen her şeyin canlılığı ve bu sahnelerin taşıdığı güçlü adrenalin, bu filme apayrı bir hava katıyor. Filmin başındaki araba yarışı sahnesinde müziğin kullanılmaması ve sadece araba motorları ile kaosun yarattığı seslerin oluşu harikaydı. Finaldeki dev savaş sahnesini izlemenin ne kadar tatmin edici ve eğlenceli olduğunu ise size anlatamam.
Oasis'in içerisinde geçen sahnelerdeki görsel efekt kullanımı ise gayet iyiydi. Bazı kişiler bu bölümleri CGI'nın aşırı kullanılmış olması yüzünden hiç de gerçekçi bulmayabilir ama bu bölümlerin bir oyunun içerisinde geçtiğini ve gerçek hayatta oynadığımız oyunlarda da bunun fazlaca kullanıldığını düşünürsek, efektlerin bazı sahnelerdeki zayıf görünümü canımı sıkmadı. Üstelik Oasis dışında filmin gerçek dünyada geçen sahnelerindeyse ilginç bir şekilde, o kadar fazla görsel efekt yoktu. Bu da hikayenin gerçekçi havasına yardımcı olmuş.
Şimdi sıra asıl merak ettiğiniz bölüme geldi; pop kültür göndermelerine. Spielberg genel itibariyle hikayenin akışını bozmadan ortaya harika göndermeler serpiştirmeyi başarmış. Bazı ufak istisnaların dışında bu film, içerisine yerleştirdiği göndermeleri layığıyla işlemeyi başarıyor. Bu konuda size fazla spoiler vermeyeceğim ama sürükleyici bir hikayenin içerisinde bu ufak detayları görmek gerçekten de yüzümü gülümsetti.
Eğer filmin çok da başarılı olmadığı taraflara gelecek olursam; filmin ilk 15 dakikasında gereğinden fazla sesli anlatım vardı. Ana karakter Wade'in Oasis'in işleyişini ve dünyamızın ne hale geldiğini anlattığı bu uzun bölüm, bu sıra dışı hikayeye yapılabilecek en sıradan girişmiş gibi hissettiriyor. Bu yaşananları gerçekten görmek yerine başka birisinin ağzından dinlemek ise aynı hissiyatı yaratmıyor.
Bunun dışında filmde I-R0k adında bir kötü karakter vardı -kurukafalı olan- ve bu karakter filmde resmen işe yaramazdı. Hikayeyi ileride etkileyecek bazı detayları göstermekte yardımcı olmasının dışında bu karakter, filmin süresini uzatmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu arada süreden bahsetmişken, Ready Player One'ın 141 dakikalık süresi biraz fazla uzun hissettirebiliyor. Filmi ilk defa izlediğinizde her şey tadında ve tatmin edici bir şekilde sona erse de, zaman zaman tempoyu yavaşlatan birkaç sahne yüzünden filmi yeniden izlediğinizde bu sahneleri hızlıca sarmak isteyebilirsiniz. Bu bahsettiğim bazı sahneler kötü olmasa da, hikayenin akışı adına daha kısa tutulabilirdi.
Fakat bunun dışında Ready Player One'ı izlerken harika bir vakit geçirdim. Filmin sadece göndermelerden ibaret olmaması ve bu göndermeler yaşandığı esnada ortadaki sürükleyici hikayeyi izlemeye doyamadım. Üstelik bu filmin günümüz teknolojisi ve insanlarına dair güçlü mesajlar yöneltmesi de bu filmi eşsiz kılan yanlardan birisiydi. Çünkü çoğu zaman bu kadar gönderme içeren dev bütçeli bir aksiyon filmi gördüğünüzde, stüdyonun ve yönetmenin tek amacı, seyirciye hiçbir ağırlığı olmayan, sırf havalı görünsün diye yapılmış aksiyon sahneleri göstermektir. Daha buna benzer bir örneği geçen haftaki Pacific Rim: Uprising filminde görmüştük. Ready Player One'ın ise gerçekten de iyi bir mesajı, samimi karakterleri, izlemeye doyamayacağınız bir dünya ve sıradışı yapısına karşın gerçekçi hissettiren bir tonu var. Spielberg, E.T. ve Jurassic Park gibi filmleriyle nasıl 80'li ve 90'lı yılların nesline damgasını vuran filmler yaptıysa, aynı başarıyı Ready Player One'da da yakalamış. Eğlenceli, sürükleyici ve hatta ilham verici blockbuster filmlerinin yapılmasını istiyorsanız, Ready Player One'ı mutlaka destekleyin. Özellikle de bulabildiğiniz en büyük perdede filmi izlemenizi tavsiye ederim. İyi seyirler.
FİLMİN İYİ YANLARI:
+ Steven Spielberg'ün filmlerine kattığı eşsiz havanın burada da geçerli olması.
+ Aksiyon sahneleri ve pop kültür referansları.
+ Samimi karakterler, güçlü performanslar.
+ Bitmesini istemeyeceğiniz bir hikaye.
FİLMİN KÖTÜ YANLARI:
- İlk 15 dakikanın gereğinden fazla sesli anlatım içermesi.
- Hikayenin temposunu yavaşlatan bazı gereksiz karakterler.
TOPLAM PUAN: 8.5/10