Hesabım
    Pek Yakında
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Pek Yakında

    Sinema sevgisine naif selam duruşu...

    Yazar: Melis Zararsız

    Bir sinema yazarı olduğumu bir tarafa bırakıyor ve açıklıyorum: ben bir Cem Yılmaz hayranıyım! Her şeyden önce onu standup şovları üzerinden değerlendirerek hayranı olduğumu söyleyebilirim, ilk çıktığı günden bu yana hepsini binlerce kez izledim, dinledim, ezberledim, hala gözyaşları içerisinde gülüyor, gündelik bazı olaylarda “işte aynen Cem Yılmaz’ın dediği gibi..” şeklinde cümleler kuruyor, üzgünsem son şovunun bir kısmını internetten açıp izleyip bir bağımlı edasıyla ruh halimi iyileştiriyorum. Evet, o derece.

    Ve, evet bir sinema yazarı olarak baktığımda da, hayran olduğum şovmen aynı zamanda bir sinema aşığı. Şovmenliğindeki başarısının altında oyunculuk, senaristlik yeteneklerinin de olduğunu, bu donelerin de sinemaya geçişinde ona büyük katkılar sağlayacağını düşünmeden edemezdi elbette. Reklamcılık, metin yazarlığı, müzik gibi konularla da yıllardır uğraştığından, biliyorum, artık Cem Yılmaz bizim için sadece bir şovmen değil.

    Cem Yılmaz, sinemada dördüncü kez yönetmen koltuğuna oturuyor, (ilk kez tek başına), oyuncu olarak da bu onuncu filmi. Filmin basın gösterimi adeta bir gala gibiydi, Pepsi sponsorluğunda şık bir kokteyl ve Cem Yılmaz’ın ta kendisi karşıladı bizi İstinyePark’ta. İzlemeye geldiğimiz için bize teşekkür ederken, çok heyecanlı olduğunu, filmiyle ilgili düşüncelerimizi merak ettiğini ve şahsen filmini çok beğendiği için bizimle birlikte tekrar izleyeceğini söyledi. Gösterim boyunca önümdeki koltukta oturduğundan arada tepkilerini de yoklayabildim; heyecanla, büyük büyük açılmış gözlerle izliyor, arada kahkahalar atıyor, arada da salondan yükselen kahkahaların kimlere ait olduğunu takip ediyordu. Cem Yılmaz, şöhreti ve kazandığı paralarla hep dalga geçen biri oldu, samimi oldu bu konuda hep, sinemaya olan sevgi ve heyecanı konusundaki samimiyeti de tartışılmaz bence… Bu sevgisini bu filmle ispatlamak istemiş, adeta bir saygı duruşu yapmış aslında. Nostaljiyi seven Türk izleyicisini de muhakkak çekecek, zekice bir fikir bu proje.

    Klip estetiğini hatırlatsa da temiz bir sinema dili ve teknik başarısı olan Pek Yakında’da Cem Yılmaz’ın canlandırdığı Zafer adlı karakter, bir “kaybeden” olarak çizilmiş, baştan bunu veriyor bize. Film sinemamızda bir milat olarak kabul edilen 1996 tarihli Eşkıya’nın hepimizin bildiği, etkilendiği o son sahnesiyle açılıyor -gibi oluyor (çok büyük başarıyla yeniden yaratılmış o sahne ve sanki kamera arkası, fakat orada gerçekten de Şener Şen oynasa çok iyi olurdu mesela), fonda Fırat türküsü, o sette bir figürandır Zafer, “altıncı polis”tir, yani aslında varlığıyla yokluğu birdir o sahnede. Yıllar geçer, Zafer içindeki sinema aşkıyla ancak korsan DVD satabilen, ancak bu konuda “en iyisi” olabilmiş bir kaybedendir. Evli ve çocukludur ama karısı onu sorumsuzluğu ve başarısızlığı nedeniyle boşamaya karar vermiştir. Zafer artık bu illegal işlere tövbe etmek istemekte ama bu iş de yakasını bırakmamaktadır. Karısını (Tülin Özen) kaybetmemek adına herşeyi göze alan Zafer ise bir plan yapar ve kendisini yıllardır çekilememiş bir senaryoyu hayata geçiren bir prodüktör olarak bulur…

    Olaylar gelişir diyelim ve sürprizleri açık etmeyelim, bu konunun içine yedirdiği, Yeşilçam’a, sinemamızdaki yıldız sistemine, ya da genel anlamda sinema sektöründeki sıkıntılara, sanat/ticaret filmlerine zeki göndermeler ve ince eleştiriler filmi orijinal ve değerli kılıyor doğrusu. Bir Cem Yılmaz şovundaymışız gibi kahkaha attığımız şakalar da yok değil filmde ama genel anlamda hikayedeki dramatik yapı da ağır bastığından çok büyük bir kahkaha tufanı bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacaktır. Filmde karakterler gayet güzel yazılmış çizilmiş ve canlandırılmış, kadroya zaten diyecek yok. (Gerçi Ayşen Gruda’nın daha içi dolu bir karakterler karşımıza çıkmasını beklerdim, kendisini izlemeyi de özlemişiz zira.) Bazı şakalı sahneler ise skeç tadında kalmış ve arkasından gelen sahnelerle belirli bir bütünlük sağlayamamış ne yazık ki. Çoğunlukla adeta doğaçlamaymışçasına yer alan diyalog ve oyunculukların içinde yer yer “bunu böyle demeyiz ki, burada beden dili böyle olmaz ki” dedirten ve küçük de olsa dikkat çeken yapmacık bölümler var ve beni rahatsız etti doğrusu. Öykü akışı sıkıntısız fakat süre olarak da gereksiz uzun olduğunu düşünüyorum Pek Yakında’nın. Bu sevimli hikaye maksimum 100 dakikada anlatılabilecekken 130 dakikaya sündürülmüş.

    Cem Yılmaz’ın neredeyse her filminde bilim kurguya yaptığı göndermeler ve mutlaka o tarz dekor/kostüm çalışmalarına yer vermesinin, “Türk sineması olarak oralara gelemedik, bunları yapamıyoruz madem, ben de dalgamı geçerek içimde kalan o duyguya efektlerle, kostümlerle yer vereyim bari” gibi naif bir duygudan kaynaklandığını hissediyorum. Film içinde film yaparak kısa bir klip gibi de olsa filmin sonuna eklediği Şahikalar filmi ise bence Pek Yakında’dan daha ilgi çekici...

    twitter: @blossomel

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top