BERKE:
Damien Chazalle kariyerinin üçüncü filmi La La Land'i çekmeye başladığı zaman, burun kıvırıp "meh! müzikal mi?" demiştim. Pek müzikal film izleyicisi değilim. Animasyonlar hariç bana pek hitap etmiyor. Hayır, müzikal kötü demiyorum.
Sadece üst düzey bir film fikri bana pek gerçekçi gelmiyor-du. The Sound of Music, Singin' in the Rain, Grease , The Rocky Horror Picture Show gibi gayet sevdiğim müzikal filmler olsada, şarkı söyleyip dans etmeli filmler bana 50-60'lı yıllara özgü gibi geliyordu. Hemde Moulin Rouge, Les Misérables gibi kaliteli, nispeten son dönem filmleri olmasına rağmen. Yinede haklı çıktığım bir nokta oldu. La La Land 50-60'lı yılların arasından fırlayan modern bir başyapıt. Film 3-4 ay önce Venedik'te dünya prömiyerini yaptığında gelen eleştiriler beni öyle heyecanlandırıp beklentimi öyle yükseğe koydu ki bunu karşılayacabileceğini düşünmüyordum.
Biz filmi Türkiye gösterimden 9 gün önce İKSV galaları etkinliğiyle erkenden izleme fırsatı bulduk.
Film henüz yarısına geldiğinde beklediğimi almış ve klişe bir hikayenin muhteşem anlatımıyla karşı karşıya kalmıştım. Sinemaya ve müzikale öyle büyük bir saygıyla yaklaşılmış ki oturduğum yerden sadece aptal sırıtışlarla izlemek zorunda kaldım. Film muazzam renkleri, kostümleri ve tasarımlarıyla hayran bırakıyor. Sinematografi'de Linus Sandgren her anıyla muhteşem görüntüler yakalamayı başarmış. Açılış sahnesinden tutun da Planetarium sahnesine, oradan da final sekansındaki muhteşem sahneye kadar herşeyiyle dört dörtlük bir iş çıkarıp beni kendisinin abonesi yapmayı başardı.
Başta Emma Watson ve Miles Teller başrol için seçilen oyuncularmış, Ryan Gosling ve Emma Stone haricinde birilerini düşünmek bir hayli zor geliyor şuan. İki oyuncuda kariyerlerinin belkide en iyi performanslarını sunup heykelciğe göz kırpmışlar. Filmdeki mutluluğuda, komediyide, dramıda direk seyircinin beynine işlemeyi başarıyorlar.
Müziklere ise ayrı bir parantez açmak gerek diye düşünüyorum. Another Day of Sun , City of Stars , A Lovely Night gibi çok başarılı şarkılar filmde bize müzikalin tüm ruhunu veriyor. Beklediğim filmler öncesi score ve sountrack dinleme huyumdan dolayı film öncesi tüm müzikleri ve hatta neredeyse tüm şarkıları ezberlemiştim. Justin Hurwitz, Mia & Sebastian's Theme ile muhteşem bir tını yakalamış ve bunu filme tüm müzik aletleriyle yedirip film çıkışında müzikleri mırıldanarak çıkmanızı sağlamış. Akademi ödüllerinde net bir şekilde "En iyi müzik" dalının favorisi olduğunu söyleyebiliriz.
Film diğer müzikallerin aksine, filmin büyük bir kısmını şarkılar ve danslarla doldurmuyor, ancak bunu çok dengeli bir şekilde yapıp filmin kurgusunu en iyi şekilde toparlıyor.Filmin küçük bir kitleye hitap edeceği kesin. Muhtemelen Akademi ödüllerinin ardından dev bir popüleriteye yelken açacaktır. Damien Chazalle yeni filminde tekrar Ryan Gosling ile çalışıyor- evet bu sevindirici. Ancak bu filmin önceki 3 filminin aksine bir biyografi filmi olması bende hayal kırıklığı oldu. Filmden çıktığımda Damien Chazalle 5 yılda bir çeksin ama böylesini çeksin ve müzikali bırakmasın istemiştim. Yinede bu filmle beraber yönetmenlik seviyesini bir üst seviyeye çıkarttı ve artık çağın yeni dehalarından biri olmaya çok yaklaştı.
Bu sene neredeyse beğenecek film bulamayan birisi olarak benim için çölde bir vaha gibi oldu. Biz filme tekrar belki üstüne tekrar gideceğiz. Sizde hiç durmayın ve böyle bir filmi sinemada izleme fırsatını kaçırmayın. Manchester by the Sea ve Moonlight gibi yılın bir diğer iddialı iki filminide sabırsızlıkla bekliyoruz.
EDA:
Biz filmi 21 Aralık gecesi İKSV'nin ön gösteriminde izledik. Yönetmeninin bir önceki filmi Whiplash'i Berke'nin ısrarıyla La La Land'a gitmeden önceki hafta izlemiştim. Ve bayılmıştım. Whiplash'ı izlerken çok fazla filmin içine girdiğimi farkettim. Müzikler, oyunculuklar gerçekten harikaydı. O kadar gerilmiştim ki filmin sonunda artık tırnaklarımı bacaklarıma geçirmekte bulmuştum çareyi. La La Land'ın bu sene En İyi Film Oscar'ı için en güçlü adaylardan biri olduğunu biliyordum. Bu yüzden iyi bir film izleyeceğimiz yönünde bir beklentim vardı zaten. Hemen öncesinde de Whiplash'i izleyip çok beğenince La La Land için beklentim ve heyecanım arttı. Filmden önce herhangi bir fragmanı, trailerı vs. izlemedim. Sadece City Of Stars ve Mia and Sebastian's Theme parçalarını dinlemiştim. Bu iki parça bile La La Land'ın masalsı bir film olacağı hissini vermişti bana. Ve öylede oldu.
Film klasik ve modern zaman karması bir masal tadındaydı. Masalımsıydı ama aynı zamanda gerçeklikten de kopmuyordu. Bütün insanlığın ortak sorunu olan ekonomik problemler ve beraberinde getirdiği gelecek kaygısına rağmen hayallerinin peşinden koşan sanat dolu iki karakter izledim. Mia, okulu bırakıp Los Angeles'a taşınmış, -küçüklüğünden beri hayali olan- oyuncu olmak için çabalayan, her gün seçmelere katılan ama biz sizi arayacağız denip, katıldığı seçmelerden geri dönüş alamayan, aynı zamanda geçimini sağlamak içinde kafede çalışan bir kadınken.. Sebastian, geleneksel jazz aşığı, bir gün kendini mekanını açıp unutulmakta olan geleneksel jazzı orada yaşatmaya devam ettirmenin hayallerini kuran ve bunun peşinden koşan bir müzisyen.. Ama jazz çalmasının yasak olduğu bir restorantta çalarak geçimini sağlamaya çalışan bir adam.
Mia ve Sebastian'ın üst üste karşılaşmaları ve aşık olmaları.. Bana kendimi masalda gibi hissettiren bir ilişki yaşamaları.. Aynı zamanda hayatın zorluklarına rağmen ikisi de hayallerini gerçekleştirmek için çabalarken birbirlerine bu yolda destek olmaları benim için umut vericiydi. Karakterler hem ayrı ayrı çok güzel işlenmişti hemde ilişkileri çok güzel işlenmişti. Aralarında geçen diyaloglar çok özverili ve karakterleri tamamlayan nitelikteydi. Bu yüzden karakterleri çok çabuk benimseyip filme dahil olabildim ve onlarla birlikte bütün duyguları yaşayabildim. Aşklarına, samimiyetlerine gerçekten inandım.
Böyle hayat dolu bir filmin sonunda beni çok fazla üzebileceğini aklıma gelmezdi. Birbirlerine bu kadar aşık, hayallerine de bir o kadar tutkuyla bağlı.. Bu konuda birbirlerinin en büyük destekçisi bir çift izledikten sonra filmin 'Aşkınız mı? Hayalleriniz mi?' gibi bir yol ayrımına gelmesi çok acımasızcaydı. Bu noktaya kadar film iyi bir şekilde işlendiği için, karakterlerin hayattaki amaçlarına da aşklarına da beni tam anlamıyla inandırdığı için buradan sonrası benim için oldukça sarsıcı oldu.
Filmin müzikal oluşu herhangi bir duyguyu daha az vermedi bana veya filmden koparmadı beni bir saniye bile. Aksine zaten filmi bu kadar büyüleyici yapan, masalsı hale getiren müzikal oluşuydu. Müzikler müthişti. Özellikle Mia and Sebastian's Theme parçası benim açık ara favorim. Parçayı filmden önce dinlediğimde de bana verdiği o masalımsı tadı çok sevmiştim ama filmden sonra parçaya baya aşık oldum denilebilir. Gerçekten her dinlediğimde içime dokunuyor.
Film kullanılan renklerlede masal gibi cıvıl cıvıl hayat doluydu. Oyunculuklar iyiydi, bence tam anlamıyla karakterlere oturmuşlardı. Emma Stone ve Ryan Gosling'in çift olarakta çok iyi ve uyumlu olduklarını düşünüyorum. Sonuç olarak; Muhteşem müzikler, danslar, iyi işlenmiş karakterler, iyi oyunculuklar, müthiş kurgu, masalsı anlatım.. Bence film vermek istediği herşeyi izleyiciye verebiliyor. La La Land benim beklentilerimi tamamiyle karşıladı hatta çok çok üstüne çıktı. En iyi film oscarını hakkettiğini kesinlikle düşünüyorum almasını canı gönülden istiyorum.. Vizyondayken filme bir, iki kere daha gidip iyice beynimize kazıma planlarımız var bizim. Bence sizde şansınız varken mutlaka gidip sinemada izlemelisiniz bu filmi.