Ölüm Emri eleştirileri

Senaryosunu Guy Hibbert'ın yazdığı ve yönetmen koltuğunda da, Yarbay Ed Walsh karakterini de canlandıran Güney Afrikalı sinemacı Gavin Hood'un oturduğu “Eye in the Sky”; operasyon masasındaki karar vericilerin, "ahlaki ikilem" içinde kaldıkları duygunun, izleyiciye başarıyla aktarıldığı gerilimli bir drama olarak geliyor karşımıza...

Gelin isterseniz; 13 milyon dolarlık bir bütçeyle, görsel efekt ve yeşil perde teknolojilerinden etkili bir tarzda yararlanılarak çekilen, brüt 34.6 milyon dolarlık bir hasılat rakamına da ulaşılmış olan bu filme biraz daha yakından bakalım...

***

- Eastleigh, Nairobi, Kenya / Batı Afrika zamanıyla sabah 07:00 -

Annesi Fatima (Faisa Hassan) fırında, ailenin geçimine ciddi anlamda katkıda bulunan ekmekleri pişirirken küçük Alia Mo'Allim' de (Aisha Takow); evlerinin bahçesinde, bisiklet tamircisi babası Musa'nın (Armaan Haggio) kendisi için yaptığı hulahopu çevirerek oynamaktadır...

***

- Surrey, İngiltere / sabah 4:15 -

Kocası Simon'ın (Bob Chappell) horultusuna uyanan Birleşik Krallık askeri istihbarat subayı Albay Katherine Powell (Helen Mirren), köpeği Rocco ile beraber geçtiği çalışma odasındaki bilgisayarını açtığında; Korgeneral Frank Benson'dan (Alan Rickman) gelen bir mesaj aracılığıyla, muhbir olduğundan şüphelenilen Anwar'ın, El Kaide, Taliban ve IŞİD benzeri kökten dinci Somalili Al-Shabab militanlarınca, Nairobi'de infaz edildiği haberini alır...

Haberin ayrıntılarında:

"Al-Shabab, İngiliz ve Kenya istihbaratları adına çalışan Anwar'ın, genç batılı Müslümanların ikna edilerek örgütlerine katılmasını engellemeye yeltendiğini iddia etmektedir...

Kenya'daki Al-Shabab, 67 kişinin ölüp 175 kişinin de yaralandığı; iki yıl önce Nairobi'deki Westgate alışveriş merkezinde gerçekleştirilen, kanlı baskını da üstlenmişti...

Aynı grup Nisan ayında, Garissa Üniversitesindeki 147 öğrenci ve personeli de katletmiş olup Ümit Burnu boyunca sıralanan toprakların tamamında, İslam şeriatının uygulanmasını istemektedir...

Kesin bir şekilde Kenya ile İngiltere ordularının, Birleşmiş Milletler destekli yeni Somali Hükümeti'nde rol üstlenmelerine de karşı koymaktadırlar..."

Şeklindeki bilgiler de yer almaktadır...

***

- Las Vegas, Nevada, ABD / akşam 20:45 -

Birleşik Devletler Hava Kuvvetlerinin, MQ-9 Reaper dronları kullanımında deneyimli pilotlarından Teğmen Steve Watts'ın (Aaron Paul), uyanmak amacıyla kurduğu saat çalar...

***

- Daimi Müşterek Karargah, Northwood, Londra -

Albay Powell, karargahtaki ofisine giriş yapar ve Çavuş Mushtaq Saddiq'ten (Babou Ceesay) Shahid Ahmed'in (Hassan Abdullah) adresinin bulunduğu dosyayı teslim alır...

***

Jomo Kenyatta Havalimanı, Nairobi, Kenya -

İngiliz - Kenya istihbaratından Ajan Atieno (Warren Masemola) tarafından izlenerek fotoğrafı da çekilen uçak yolcularından Muhammad Abdisalaam (Mondé Sibisi), Nairobi'ye giriş yapar...

***

Derken...

Annesi ve babasıyla birlikteyken rahatça ders çalışabilen Alia'nın, işyeri olarak da kullanılan evlerine; babasının müşterilerinden biri geldiğinde, kitaplarının hemencecik saklandığını görürüz...

Zira Al-Shabab'ın kurallarına göre; kız çocuklarının bilimsel eğitim almaları, kesinlikle mümkün değildir...

***

Neyse...

Teğmen Watts, gece görevi için üsse giderken; Albay Powell ile Tuğgeneral Benson'da, bir telefon görüşmesi yapmaktadırlar...

***

- Creech Hava Kuvvetleri Üssü, Nevada, ABD -

Yarbay Ed Walsh, üsse henüz yeni varmış olan Teğmen Watts'a ilaveten Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri Birinci Sınıf Havacılarından Carrie Gershon (Phoebe Fox) ve Kıdemli Havacı Matt Levery'i (Lemogang Tsipa); telekonferans yöntemiyle, Londra'daki Albay Powell'a takdim etmektedir...

Çünkü Kenya Nairobi'deki Parklands varoşlarındaki, Shahid Ahmed'e ait bir evde, Ümit Burnu, Somali ve Kenya'daki Al-Shabab üyelerini toplanacağı haberi alınmış olup; o noktaya, Kod adı: "Sorguç Operasyonu" olan bir harekat düzenlenecektir...

Ki o evdeki büyük buluşmada, örgütün tescilli teröristlerinden Somalili Abdullah Al-Hady (Dek Hassan) ile önceki adı Susan Helen Danford olan İngiliz vatandaşı karısı Ayesha Al-Hady (Lex King) ve Amerikan vatandaşı Muhammad Abdisalaam ile İngiliz vatandaşı Rasheed Hamud'da (Roberto Kyle) bulunacaklardır...

***

İşte bütün bu şüphelilerin eve girdikleri tespit edildiği anda da, Kenya Özel Kuvvetleri bir arama operasyonu başlatacaktır...

Ancak bu bir imha değil teröristleri ele geçirme operasyonu olacak ve Creech üssündeki deneyimli ekip de; filmin İngilizce isminin de vurguladığı biçimde, aşağıdakilerin "Gökyüzündeki Gözü" işlevini görecektir...

Dakika 15...

Bugüne kadar fırsat bulup da, henüz izleyememiş olanların; "spoiler" vererek ağızlarının tadını kaçırmak istemememiz sebebiyle filme dair anlatımı, fazlasıyla erken olsa da burada noktalıyoruz...

Artık gerisi sizlerde...

Vizyona girdiği yıl sinema salonunda izlediğimiz filmin, geride kalanında sinemaseverleri; ter içinde bıraktığı herkese saçını başını yolduran ters köşe sürprizleri de bünyesinde barındıran, 87 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...

Keyifli seyirler,

Her şeyden önce günümüz savaş filmlerinin en güzel örneklerinden biri. Bunu "filmin güzelliği" olarak söylemiyorum. Bundan 50-60 veya onu da bırakın 20-30 yıl önceki savaş filmi algısı ile 2016 yılında gelinen nokta karşılaştırıldığında aradaki fark şok edici. Filmi afişinde vurguladığı gibi, talimatlar İngiltere'den geliyor, hamleyi yapmak üzere hazır bulunan drone pilotu Amerika'da, olaya dahil olan siyasi ve bürokratlardan bazıları Çin'de, terörist Kenya'da. Tüm bunları başarıyla bir araya getiriyor "Eye in the Sky". Filmin ismi de içeriği ile kusursuz şekilde örtüşüyor. Çoğu seyirciye inandırıcı gelmeyen, propagandadan ibaret olduğu söylenen tarafları olsa da, sinemasal anlamda gayet sürükleyici, gerilimli, başarılı bir film. Gavin Hood'un "Tsotsi"den sonra belki de en kaliteli işi. Oyuncu kadrosu son derece başarılı ve hepsi de isimlerinin hakkını veriyorlar.

İnsanı koltuğa gerçekten, kilitliyor ve acaba şimdi ne olacak ? diye kendi kendine insanı düşündürüyor. Gidilebilecek, ve orta doğu ile Afrika" nın nasıl bir kadere sahip olduğunu tam olmasa da anlatan bir film olmuş.

Helen Mirren, Alan Rickman ve Aaron Paul; gerçekten çok iyi oyunculuklar sergiliyor bu filmde. Tamamen gerilimden oluşan, siyaset ve askeriyenin çatıştığı noktaları göz önüne süren bir film. Gerçek hayatla ne kadar ters orantılı olduğunu düşünsem de izlerken 1 saniye bile sıkılmadım. Film yalnızca birkaç farklı mekanda geçiyor ancak buna rağmen gerilimi dorukta hissedebileceğiniz bir yapıt.

...Gavin Hood, yeniden Tsotsi (2005) ile benzer kulvarda film çekerek kendini politik ve sosyal mesajı olan hikayelerde daha iyi ifade edebildiğini ispatlamış oldu bir bakıma. Ancak filmdeki küçük kızın ailesinin gerici olmamasını, hatta kızlarına yasak olduğu halde ders çalıştırıp oyun oynamasına izin vermelerini ayrı bir hikaye olarak filmde işlemek bu denli gerekli miydi diye sormak da lazım gelir. Bu belli ki, filmdeki karakterler gibi seyircinin de seçim yapmasını zorlaştırmak için işlenmiş bir alt kurgu. Çünkü seyirci, o kız ölmese belki ileride insanlığa faydalı bir kişi olabileceğini düşünüyor ve dolayısıyla seksen insana karşı tek bir çocuk seçeneği izleyenler için de zorlaştırılmış oluyor. Kitap okuyan o ufak kız çocuğu modern görüşlü değil de gerici bir ailenin çocuğu olsaydı sanki işler çok daha kolay olacakmış gibi varsayılmış. Bu varsayım filmin ahlaki açıdan en tartışmalı noktasını oluşturuyor...

1 saat 42 dakika boyunca ha simdi ha simdi diye bekledim HIC umudumu yitirmedim olacak dedim.. Afedersiniz ama sizin gibi ingilizin duygunuzun filminizin am in a koyum orossssspu cocuklariiiii cektiginiz film I sikiyimmmmm