Senaryosunu da kaleme alan Woody Allen’ın yönetmen koltuğunda oturduğu “Irrational Man”, romantizm ve komedi arasında gidip gelen sevimli bir suç draması…
Filmlerinde, “entelektüel seviyesi” ile “kıvrak zekasını” göstermekten özel bir haz duyan Allen, bu filmde de Abe Lucas ve Jill Pollard karakterlerini canlandıran Joaquin Phoenix ile Emma Stone’un performanslarının da desteği ile kendi şovuna devam etmiş…
Felsefe profesörü Abe, New England’daki küçük bir kasaba üniversitesi olan Braylin’de göreve başlayacaktır…
Ki, kitapları ve makaleleri ile felsefe dünyasında “nam salmış” olan Abe’ın yapacağı bu yeni başlangıç, üniversitedeki diğer hocalar ile öğrenciler arasında da manşetlere oturmuş vaziyettedir…
Öyle ki, Jill’in kendisi gibi öğrenci olan genç sevgilisi Roy (Jamie Blackley) bile endişeye kapılmış durumdadır…
Neyse…
Rektör (Paula Plum) tarafından karşılanan Abe’a, Rektörün Asistanınca (Nancy Giles) kalacağı küçük fakat şirin lojmanı da gösterilerek teslim edilir…
Elbette aralarına katılışının şerefine düzenlenen küçük bir parti de olacaktır günün ilerleyen saatlerinde…
Orada, pek çok ismin yanı sıra Rita (Parker Posey) ve kocası Paul Richards (Robert Petkoff) ile de tanışır Abe…
Viski matarasını cebinden hiç eksik etmeyen Abe ile “yazılı kağıtları üzerindeki fikirleri” nedeniyle başarılı bulduğu öğrencilerinden Jill arasındaki sohbetli buluşma fasılları da mevzuya dahil olmuştur artık...
Abe’dan fazlasıyla etkilenen Jill, onda bir tuhaflık olduğunu da fark etmekte ama ne olduğunu bir türlü kestirememektedir…
Onun hakkında öğrendiği şeylerden birisi, annesinin kendisi henüz on iki yaşındayken çamaşır suyu içerek intihar etmiş olmasıdır…
Yani Irak’ta mayına basarak hayatını kaybeden arkadaşının yarattığı travma öncesinde de Abe’ın hayatı çok da yolunda değildir…
Jill, Abe’ın yaşamına ait bu ayrıntıların hepsini Roy’a da anlatır…
Bunları duyan Roy’da (sevgilisini kaybetmek konusunda) endişelenmekte haksız olmadığını düşünmeye başlar…
Varoluşçu felsefenin önemli isimlerinden “Martin Heidegger ve faşizm” üzerine yazmakta olduğu ve tıkandığı için bir türlü tamamlayamadığı kitabı üzerinde çalışmaya devam etmekteyken Abe’ın kapısı bir gece ansızın çalınır…
Kim midir bu?
Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur da dışarıda, elindeki bir şişe malt İskoç viskisi ile kapının açılmasını bekleyen, (hayata İspanya’da devam etmek hayalleri kuran) gözünü karartmış Rita’dan başkası değildir…
Birer bardak viski içildikten sonra kitabını bitirmekte zorlanan Abe’ın “ilham perisi” olmaya karar veren Rita ile Abe birlikte yatağa girerler…
Girmesine girerler de…
Uzunca bir süredir “cinsel iktidarsızlıktan” mustarip olan Abe, çok dramatik bir biçimde bu kez de başarısız olur…
Derken de anında 80 yaşındaki Woody Allen’dan:
Yaşını başını almış erkekler için “10 numara 5 yıldızlık” bir ürün olan ve alkol ile de kullanılabildiği gibi kardiyak problemlere de yol açmadığı için “Viagra’yı yayan bırakan bir Eli Lilly mucizesi olan “Cialis” tavsiyesi gelir…
Jill ve Roy ile beraber bir partiye giden Abe, orada tabanca ile herkesi korkutan bir “Rus ruleti” gösterisi yapar…
Abe’ın romantizminden etkilenerek onunla daha fazla zaman geçirmeye başlayan Jill’de Rita’nın birlikte olma teklifini bire bir yineler…
Zaten ciddi anlamda bunalımda olan Abe ise kabul etmez…
“Bu ikili” bir gün bir restoranda yemek yemekteyken, tesadüfen Carol (Susan Pourfar) ve arkadaşları (Gary Wilmes – David Aaron Baker – Nancy Villone) arasında geçen ilginç bir konuşmaya kulak kabartırlar…
Ve yargıç Thomas Spangler (Tom Kemp) yüzünden Carol’ın çocuklarının velayetinin boşandığı kocası Frank’e verildiğini öğrenirler…
Bu durumda, elinden başka bir şey gelmeyen “biçare” Carol, bir sonraki duruşma öncesinde bu yargıcın kanser olarak ölmesini dilemektedir…
Böylesi bir sonuca, “dilemek” yahut da “dua ederek” ulaşılamayacağını çok iyi bilen Abe, bu hususa el atarak çözme işine kafasını takar…
O günün ardından da eski mutsuz Abe gider yerine, bir başkasını sevindirecek önemli bir “misyona sahip” olan mutlu Abe gelir…
Yalnız kendine misyon belirleyen tek kişi Abe değildir…
Jill’de o ana kadar bir türlü ikna edemediği Abe’ı kendine sevgili yapmak peşindedir…
Bu da demek oluyor ki, filmin bundan sonrasında uygulamaya konulacak iki farklı planın işleyip işlemeyeceğine dair olan “sürpriz gelişmelerle” dolu koskocaman bir bölümü izleyeceğiz…
Eğer bugüne kadar fırsat bulup da halen izlemediyseniz, Woody Allen’ın son yıllardaki “en iyilerinden” birinin olduğunu söyleyebileceğimiz bu filmini kaçırmamanızı öneririz…
Keyifli seyirler,