Ölüm Fısıltısı: Fikirleri Çabuk Tükeniyor
Yazar: Kaan KarsanIvan Kavanagh, 2007 yılından bu yana ülkesi İrlanda’da uzun metrajlı korku filmleri çeken bir yönetmen. Geçtiğimiz yıla kadar, çektiği tüm filmlerin ünü ülkesinde sınırlı kalmış. Bu hafta ülkemizde de vizyona giren Ölüm Fısıltısı ise yönetmenin uluslararası dağıtıma çıkan ilk filmi. Çok küçük bir maliyetle kotarılmış bağımsız bir korku filmini geniş dağıtımda görmek, izleyeni elbette ki filmin bir hikmetinin olması gerektiğine ikna ediyor.
Ölüm Fısıltısı, karakterine ‘farklı’ bir meslek ve ‘farklı’ bir yan hikaye bahşederek şaşırtıcı bir noktadan yola koyuluyor. David, bir film arşivcisi. Çalıştığı şirkete sürekli olarak bir yüzyıldan daha eskiye ait filmler geliyor, David de bu filmleri izleyerek muhtelif raporlar yazıyor. Bir gün izlediği filmlerden birinde yaşadığı evi ve bu evde işlenen bir cinayeti görüyor. Olayı kafasında geçiştirmeye çalışıyor. Birkaç gün sonra eşinin takip ediyor ve kendisini aldattığını öğreniyor. Birkaç dakika sonra içine girdiği ‘transsal’ bir konumda, karısının birisi tarafından öldürüldüğünü izliyor ama müdahale edemiyor. Ceset bulununca ise polis bunun bir kaza olduğunu söyleyerek davayı kapatıyor.
Ölüm Fısıltısı’nın ilk yirmi dakikasını meşgul eden ve duygusal olarak Eyes Wide Shut’dan Gone Girl’e kadar varan, ilginç uçlara ulaşarak değişik bir tat veren süreç mevzu bir ev gerilimine dönünce sekteye uğruyor. Filmin ilk yirmi dakikasında kurduğu ve farklı, kayda değer okumalara açtığı sosyopolitik gerilim, ansızın sıkıcı ve güvenli tercihlerin kurbanı olmaya başlıyor. Ivan Kavanagh’ın aldatıldığını öğrenip cinnet geçiren (ya da geçirmeyen) erkek hikayesinden lanetli ev öyküsüne geçiş süreci hiç yumuşak değil. Sanki yönetmen bütün numaralarını filmin ilk çeyreklik bölümünde kullanıyor ve bunun yeterli olacağını sanıyor.
Kavanagh, Ölüm Fısıltısı’nın son bir saatini, sıradan bir lanetli ev filminde olan bütün tekdüze tercihlerle donatmak için özel bir çaba gütmüş sanki. Çocuğunu korumaya çabalayan, bir taraftan da kendi akıl sağlığından şüphe eden baba, onun anlayışlı ama sabrını günden güne kaybeden kadın iş arkadaşı, çocuğu çok sevdiği için David’in tuhaflıklarına göğüs geren fedakar dadı... Kısacası filmin repertuarında her türlü dolgu var. Filmin parlak bir fikirden yoksun olan bu bölümünü ‘kurtarabilecek’ tek şey, elbette ki iyi bir yönetmenlik ve gerilim duygusu olurdu. Ancak üzülerek söylüyoruz ki Ölüm Fısıltısı, iyi bir zamanlama
duygusundan da özenli bir kurgudan da yoksun. Bir bağımsız film yapmanın -teknik yetersizlikler başta olmak üzere- tüm dezavantajları, filmin akışkanlığına büyük hasarlar veriyor.
Hakkını yemeyelim, Ivan Kavanagh kimi manevraları sayesinde daha iyi bir rejiyle ve ciğerleri daha uzun koşmaya elverişli bir hikayeyle neler yapabileceğini görmek isteyeceğimiz yönetmenler arasına adını yazdırıyor. Ancak Ölüm Fısıltısı özelinde konuşmamız gerekirse, bu film, piyasada ilk uzun metrajı için destek bulmaya çabalayan bir öğrencinin filmine benziyor.
Twitter.com/kkarsan