Bu Çiçeğin Kokusu Çok Farklı
Yazar: Burak Hatipoğlu"Magnolia - Manolya" 'yı tek cümlede özetlemek gerekirse, sanırım "pişmanlıkların filmi" demek yeterli olacaktır.
Zamanında ailesini terk edip gitmiş olan ölüm döşeğindeki Earl Partridge ( Jason Robards ) bunun pişmanlığını yaşamaktadır.
Zamanında sadece parası için evlendiği Earl Partridge'a tam ölmek üzereyken aşık olan Linda Partridge ( yine nefis bir oyunculukla Julianne Moore ) geçmiş yılların pişmanlığını yaşamaktadır.
Zamanında kızına cinsel tacizde bulunduğu için onun uyuşturucu bağımlısı bir kaybedene dönüşmesine sebep olan TV yarışma programı sunucusu Jimmy Gator ( Philip Baker Hall ) bunun pişmanlığını yaşamaktadır.
Filmin tüm karakterlerinin durumu bu şekilde devam etmekte.
Yönetmen Paul Thomas Anderson'a şaşırmamak elde değil. Üçer saate yaklaşan ve aşan uzunluğa sahip son iki filmini bizlere rahatlıkla izletmesini bildi. "Boogie Nights - Ateşli Geceler" (1997) 152 dakika, bu en son filmi ise 188 dakika.
"Boogie Nights" 'da olay ağırlıklı olarak Mark Wahlberg'in canlandırdığı Dirk Diggler üzerine kurulu olup yan hikayelere gerekli özen gösterilmezken ( örneğin Julianne Moore'un çocuğuyla olan sorunları ), "Magnolia" 'da birbirine paralel sayısız hikaye o kadar rahat bir dille ve tempoyla anlatılıyor ki hayran kalmamak elde değil.
Paul Thomas Anderson sadece üç filmle Hollywood'da tüm oyuncuların birlikte çalışmak için can attığı, normal milyon dolarlık ücretlerinden vazgeçtiği bir deha haline geldi.
Uzun plan çekimlerini başarıyla kullanması ise onu apayrı bir yeteneği. Robert Altman'ın "The Player - Oyuncu" (1992)'nun giriş sahnesi ve Brian De Palma'nın "Dressed To Kill" (1980)'indeki müze sahnesi benim için neyse "Boogie Nights" 'ın giriş sekansı da benim için aynı önemi taşıyor.
Anderson teknik becerilerinin yanında tam bir oyuncu yönetmeni. Oyuncularından en üst düzey performanslar bekliyor ve almasını biliyor. Tom Cruise, Julianne Moore ve Melora Walters gerçekten kayda değer performanslar sergiliyorlar.
Birbirine paralel hikayeler anlatıp, filmin sonunda kahramanları bir şekilde bir araya getiren filmleri seviyorum. Aklıma ilk gelenler haliyle Robert Altman imzalı "Short Cuts" (1993) ve Willard Carroll'un yönettiği "Playing By Heart" (1998).
Sonuçta "Magnolia" gerçek sinemaseverlerin kaçırmaması gereken bir yapıt.
"Stigmata" ise korku filmi severlerden çok fimlerde tarz düşkünü olan sinema izleyicilerinin kaçırmaması gereken bir film.
Gerçekci olmak gerekirse film bize yeni birşey vermiyor. Biraz "The Exorcist - Şeytan" (1973), biraz "The Omen - Kehanet" (1976), biraz "Jacob's Ladder" (1990), yoldan çıkmış din adamları ve buna benzer şeyler.
Bence bu filmin ne anlattığı değil, nasıl anlattığı önemli. "Stigmata" kullanılan filtreler, ışıklandırma ve kamera hareketleriyle, yarattığı boğucu atmosferle en az "The Crow" (1994) ve "Se7en - Yedi" (1995) kadar başarılı. Görüntü yönetmeni Jeffrey L. Kimball önceki filmlerinde olduğu gibi ( "Wild Things" (1998), "The Specialist - Uzman" (1994), "True Romance" (1993), "Jacob's Ladder" (1990) (izleyebileceğiniz en iyi paranoya filmlerinden biri), "Revenge" (1990) (hayatımda izlediğim en kötü filmlerden biri) ve "Top Gun" (1986)) çok başarılı. Çalışmlarını izlemekte ve kendisini gözden kaçırmamakta fayda var.Sonuçta "Stigmata" ,eğer sizi kan tutmuyorsa, tavsiye edilebilecek bir film. Başarılı.
Not : "The Sixth Sense - Altıncı His" 'de Haley Joel Osment'in performansını abartanlara tek bir tavsiyem olacak. CINE5'de yayınlanan Neil Jordan ( taparım ) imzalı "The Butcher Boy - Kasap Çocuk" 'u izleyin. Eamonn Owens şimdiye kadar gördüğüm en başarılı çocuk oyuncu.
Not 2 : Basın gösteriminde "Toy Story 2" 'yi izleme olanağı buldum hafta içi. Film kalbimi en az birincisi kadar fethetti. Ayrıntılar önümüzdeki haftalarda. Saygılar...