KALİTESİZ KORKU FİLMLERİNDEN SIKILDIYSANIZ İŞTE SİZE 10 NUMARA BİR KORKU GERİLİM
İlk gösterimini Cannes Film Festivali’nde yapan ve akabinde takip eden tüm gösterimlerde, hem eleştirmenler hem de seyirciler tarafından övgüye boğulan Peşimdeki Şeytan (It Follows), senenin en iddialı korku filmi olarak öne çıkarıldı. Henüz ikinci uzun metrajını çeken ve adını ilk kez bu yıl aldığı övgülerle duyduğum David Robert Mitchell, bu ilk uzun metraj korku filminde, olabilecek en basit korku imgesini – takip edilmek – kullanarak şaşırtıcı derecede başarılı bir filme imza atıyor.
Özellikle ülkemizde genç sinemacıların bir sonraki filmlerine bütçe yaratabilmek adına korku türüne yüklenmeleri, vizyon takvimi içerisinde türün çok sayıda vasat örneğini seyretmemize sebep oluyor. Buna ek olarak korku sinemasının yükselişe geçtiği yılların ardından başlayan gerileme, son yıllarda birbirinin kopyası filmlerle iyiden iyiye saygınlığını kaybetti. Bu sebeple festivallerde yakaladığımız korku filmleri türün devamlılığı adına oldukça önem arz ediyor. Geçtiğimiz yıl yine İstanbul Film Festivali’nde seyrettiğimiz ve Peşimdeki Şeytan gibi ülkemizde gösterilmeden önce aldığımız duyumlarla, heyecan yaratmayı başaran The Babadook bu durumun en yakın örneği olarak gösterilebilir.
Cinsel birleşme yoluyla kişiden kişiye aktarılan bir laneti konu alan Peşimdeki Şeytan, özellikle 80’lerin kült korku filmlerine dair birçok referans barındırıyor. Zira; bu referanslar filmin neden bu denli beğenildiğine dair de fikir verecektir. En bilinenden başlamak gerekirse, Nightmare On Elm Street serisinin üçüncü filmi A Nightmare on Elm Street 3: Dream Warriors’ı örnek gösterebiliriz. İki filmin senaryosunun benzer özellikler taşımasının yanı sıra bir grup gencin Peşimdeki Şeytan’da verdiği savaş son derece tanıdık geliyor. Nitekim, yukarıda da bahsettiğim gibi filmin en önemli özelliği çok fazla referans barındırıyor olması. Lakin, yönetmenin tek bir filmden değil, korku klasiklerinin birçoğundan ilham aldığını ve bu sebeple filmi seyredenlerin filmden alacağı tadın; türe olan ilgisi veya hakimiyetine göre değişeceğini düşünüyorum. Bu sebeple filme dair yapılan okumalarda ortaya birçok fikir atılacak ve bunların birçoğu doğru kabul edilecektir. Kendi adıma film süresince en çok etkilendiğim detay musallat olan “şey”in oldukça ağır hareket ediyor olmasıydı. Bu da bana sırasıyla; Jack Arnold’un Creature from the Black Lagoon’unu, George A.Romero’nun Night of Living Dead’ini ve tabii oldukça benzer bir gerilim yaratmayı başaran John Carpenter’in Halloween’ini hatırlattı.
Tür içerisinde değerlendirdiğimiz zaman, korkutmayı başaran bir film Peşimdeki Şeytan. Bu doğrultuda geçtiğimiz seneye damga vuran ve en başta da örnek verdiğim The Babadook’a gelen “korkutmuyor” – her ne kadar katılmasam da – tarzında söylemleri Peşimdeki Şeytan için söylemek mümkün değil. Keza, yönetmen film boyunca “şu an sizi fena korkutabilirim ama yapmıyorum” dercesine birçok kez seyirciyi ti-ye alıyor. Bir diğer açıdan ise referanslarını barındırdığı filmlerin dönemine atıfta bulunarak “seks” sebebiyle kişiden kişiye geçen bu lanet günümüz için oldukça tehlikeli ve bir o kadar da muhafazakar bir bakış açısı. İlk bakışta orijinal bir fikir algısı yaratan “seks yaparsan cezanı çekersin!” algısı ciddiye alınmayacak bir söylem olsa da oldukça yersiz bir tutum.
Peşimdeki Şeytan’ın ana akım korku filmlerinden ayrıldığının altını çizerek belirtmek gerekiyor. Kullanılan çekim tekniklerinden, müziklere, atmosferinden oyunculuklara kadar oldukça başarılı ve tutarlı bir yapım. Yabancı eleştirmenlerin abarttığı kadar olmasa da senenin öne çıkan korku filmlerinden.